Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İnsan, Mekan ve Beşerî Münasebetler

Osmanlı Şehri

Mehmet Karagöz

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
İnalcık'ın, “Tarihi araştırmalarda tarihçi, konu olarak aldığı mevzunun mahiyet ve esas itibarıyla hadiselerle fikri kıymetlerden mürekkep iki unsuru ihtiva ettiğinin farkındadır. Hadiselerin, tek veya bir gurup insan tarafından yaratılan psikolojik temeller üzerine kurulmuş vukuat kümeleri halinde tezahür etmelerine mukabil, fikri kıymetler daima bir oluş vetiresi içerisinde tek bir bütüne inkılap ve temerküz etmiş görünürler olduğunu da bilirler. Hadiselerle fikri keymetler arasında tesir ve aksi tesir bulunur. Fikri değerin yarattığı “kültür” zamanla kütlenin mah, içtimai hayatın temeli haline geçerek “objektif”leşir. Böylece fikri faktörle, mevcut tabii yani coğrafı ve etnografik şartlar ve tarihi tekâmülün neticeleri ile muvazene haline gelince menşedeki hususiyet ve safiyetlerden az veya çok kaybederek değişeceklerdir. Fikri unsurlar, hadiselere müessir olan hareket yaratan bir kudrete maliktirler. Bu yaratıcı mekni ve muharrik kuvvetten tabii şartlarla aynı istikâmette olunca süratli hareketler, aksi halde çok defa fikrin bazen de tabiatın galebesiyle neticelenen mücadeleler doğar." tespiti bizim konu edindiğimiz bu başlik için de tam isabetli görüş olarak kabul edilmelidir
Medeniyet kelimesinin mana ve mefhumunda ciddi tartışmaların olduğu bir gerçektir. Bu tartışmalar daha ziyade Türkiye'nin de içinde bulunduğu Doğu toplumlarındadır. Osmanlı'dan beri Türkiye'de ve İslâm toplumlarında medeniyet kelimesi kesif bir şekilde Batılı değerlerin kabulü olarak yorumlandığı için medeniyet kelimesi yerine temeddün tercih edilmektedir. Hatta Batı'daki civilization kelimesine karşılık kullanılmaya başlanılan medeniyet kelimesinin İslam toplumlarında daha eski bir kelime temeddün kelimesinin kökü olan “nüdün” “Şehre gelmek, yerleşmek, ikamet etmek” anlamına gelir ve medine kelimesi bu anlamıyla şehir ve şehirlileşmek anlamlarını ifade eder. O zaman "Yesrib" şehrinin "Medine" ismini alması şehre bir davet ve geliş anlamına gelirm
Reklam
Osmanlılarda, ahlâk kitaplarında klâsikleşmiş farklı bir söylem dikkati çekmektedir. Ahlâk kitaplarında, kişiler devlete karşı değil, herkes yekdiğerine yani çevresindeki kişilere karşı sorumlu tutulurdu. Bunun en güzel örnekleri mahallelerde yaşanırdı. Her bir mahalleli bir diğer komşusuna sorumlu olarak eğitilirdi. Öyle ki, kişilere, komşularının hatalarına tahammül etmeleri öğütlenirdi. Her kişi “Gecenin bütün her şeyi örttüğü gibi kişi de gördüğü, tanıdığı komşusunun suçunu örterdi". Eğer suç aleniyet kazanmamışsa, kişi ile Allah arasındaki alana terk edilir ki; bu durum suçtan ziyade, günahtı. Pekâlâ, mahalledekilerin “aleniyete/açıklık” çıkan suçlarını nasıl anlamak lazımdır? Bu durum Osmanlı ceza hukukunda “tazir” olarak adlandırılır. 'Ta'zir Arapça bir kelime olup, “engellemek, te'dib ermek; desteklemek, saygı göstermek” mânalarında karşıt anlamlı kelimelerden (ezdâd) olan ta'zir fıkıhta had suçları ve cinayetlerdeki gibi belirli cezası bulunmayan suçlara verilecek, miktarı ve uygulanması yöneticiye veya hâkime bırakılmış cezaları ifade eder. Tazir kökünden gelen filler, “desteklemek, saygı göstermek” cezası kapsamında verilen kararlarla ilgilidir.”
Sayfa 152Kitabı okudu
Osmanlı hukukuna göre mahalle ahalisi, birbirlerine karşı sorumİuydu ve dolayısıyla mahallelerinde olan bir olayı aydınlığa çıkarmak ve eğer olayın faili tespit edilemezse, zararı karşılamak durumundaydı. Bundan dolayı, mahalleli, subaşı ve diğer ehl-i örf taifesinin itham ve takibine uğramamak, adlarının kötüye çıkmasını önlemek için, aralarına karışmış, iyilik ve doğrulukla tanınmayan kişileri mahallelerinden ihraç etme yoluna başvurmuşlardır. Bu meyanda mahalle ahalisi, kendilerini rahatsız eden, ahlâk ve namus dışı davranışlarda bulunan kişileri mahalleden çıkartma hakkına sahipti. Mahallelinin bu yaptırım gücünü Osmanlı hukukundan aldığı bilinen bir husustur.
Sayfa 154Kitabı okudu
Şuna dikkat çekmek gerekir ki, insanın tabiatın kanunlarına uyarak kendi eliyle başlattığı inşa ve imar faaliyetleri; tabiata boyun eğmek ve insan aklının sınırlarını belirlemez. Tam anlamıyla “bilgi ve seziş” kabiliyeti olan insanın güzellik, estetik, sanat, huzurlu yaşamak gibi dünya hayatını düzenlemekle ilgilidir. İnsan hayatını neşe ve huzur içinde sürdürmek için inşa ettiği evini hem tabiatın kanunlarına uygun yürütürken hem de kendisi gibi insan ve tabiatın diğer parçası bütün canlıları gözetmek mesuliyetini taşır.> Evini inşa ederken komşusunu ihmal edemez, bir araya gelecek evlerin teşkil ettiği mahallenin kurallarını göz ardı edemez. Diğer taraftan insan çevrenin değişen şartlarını da hesaba katarak yeni şartlara göre çözümler üretmek durumundadır.
Halbuki, “Bir kültürün, bir medeniyetin felsefe-bilim zihniyetini tespit edebilmek için, atılması gereken en önemli adım... Belli zaman ve mekânda hayat süren insanların Varlık'ı, Tanrı'yı, Evren'i ve İnsanı nasıl ihsas ve idrak ettiklerini anlamaktır; nasıl ihsas ve idrak etmelerini gerektiğini değil”27(İ.Fazlioğlu) tespiti daha cazibeli ve isabetli değil midir?
Reklam
Özellikle bugün Batı'da, Batı medeniyetinin merkezi/üstünlüğü algısı bir hakikatmiş gibi davranılmaktadır. Daha ziyade bir ifade ile Banı medeniyet ölçeği yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu durum hakikat olmayan bir tespittir. Bugün dünyada Batı, Batılılık bir medeniyet kabul edilse bile bir medeniyet ölçüsü ve ölçeği olduğu iddiası kabul edilemez.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.