Sahabe ne şanslıydı. Bir sorunları olduğunda Peygamber(sas) aralarında idi. Hemen soruyor ve anında en doğrusu ne ise onu öğreniveriyorlardı. Aslında tâbiîn de (sahabeyi görenler) şanslıydı. Çünkü yanı başlarındaki sahabe, O'nus) görmüşler ve suyun menbaından beslenmişlerdi. İslamiyet peyderpey gelmiş ve onlar bu ulvi hakikatleri yudum yudum almış, zerrelerine kadar sindirip bünyelerine yerleştirmişlerdi. Fitnenin kol gezdiği bir yerde inanmış ve bilge bir sese ihtiyaç vardı
İlk saray tasvirlerini Avrupa masallarından öğrendik. O masallarda Pamuk Prensesler, Uyuyan Güzeller vardır, hepsi güzel ve zengindirler. İyidir, sevecendirler ama halkın arasına pek karışmazlar. Yine o masallarda insanlık için çeşme yaptıran, fakir bir kızın elinden tutup çeyizini düzerek evlendiren prensesler yoktur. O masallarda prensesler başta biraz sıkıntı çeker ama sonunda kötü cadıyı yenip hep mutlu yaşarlar. Fakat Avrupa nın gerçek saraylarına bakarsanız bu yaşantı tarzını bulamazsınız. Kinler, düşmanlıklar, taht için birbirine acımasızca kıyan insanlar. Art arda yer değiştiren hanedanlar. Üstündekini alt ettipi anda en iyi ihtimalle gözüne mil çeken ya da sinsice zehir kullananlar. Bizim tarihimize böyle şeyler göremezsiniz. Elbette bizde de çekişme ve sıkıntılar olmuştur ancak Avrupayla kıyaslandığında bu durum zerre hükmündedir.
İstanbul alınmıştır. Fatih sultan mehmed'e, "Kendinize bir saray yaptırmayacak mısınız?" diye sorarlar, "Peygamber Efendimiz'in (sas) sahabisi Ebu eyyub'un kabrini bulup üzerine bir türbe yaptırmadan kendime bir saray yaptırmaya hâyâ ederim.