Kitapların sadece bir anlatı olmaması, edebiyatı kendi başına bir paralel evren konumuna sürüklemeye yetiyor. Bu güzel bir şey!
Yazarın tümcesi afilli olabiliyor, derinlik katan edebiyata, yazarın yaşamının nabzını atmakta olduğunu fark etmekte. Hissedebilmek bir yazarın cümlelerini, onu tanımaktan geçtiği bir hakikat. Mesela Çehov'un doktorluğunu bilmekle 6 No'lu Koğuş'un kafamızda başka alemlere gitmesi arasında elbette apaçık bir ilgi söz konusu olmuyor. Demem o ki eserin müellifinin yazgısındaki hangi hat, anlatının neresine denk geldiğini bilmek ve bunu nasıl ele aldığını bağlamak... İşte bu zincir, kendi başına kitaba hem derinlik hem lezzet hem de merak katıyor. Ve ciddi eserlerin en büyük problemi, belki de açmazı merak hususudur.
Bu bapta Paris Bir Şenlik'tir ciddi bir kaynak, canlı bir kaynak. 1920'lerin Paris entelektüel gruplarına ışık tutması bir yana ister o şehir olsun ister başkaları, hepsi için fikir veriyor, pencere açıyor, şehrin hep yazılan, bahis konusu olan ama bence lüzumlu olduğu ölçüde öne çıkarılmayan kalem erbabını anlatılıyor.
Haddimi aşıp bir şeyler yazsaydım, fazla oldu bu, karalasaydım, en sevdiğim ikinci sahadan, entelektüel sahadan dem vurmak isterdim.