...karakterin konuşmak için sesi yoktur ve duymaz, pek hareket de edemez, oturur, bomboş kafası güçten düşmüş elleri üzerinde, "faltaşı gibi açılmış kapalı gözlerle". Bu yeni bir arınmadır. "Daha çaresiz daha az. Daha çaresiz daha kötü. Daha çaresiz hiçlik. Daha da çaresiz." Gecedir ve düş görecektir. Uyuduğuna inanmalı mı? Daha ziyade, uykunun, iki gün arasında bir kesinti yaptığından, sonrakinin öncekini izlemesini sağlayarak geceye ihanet ettiğini ilan eden Blanchot'ya inanmalı.
Ayrıklık içerilmiş hale geldi, her şey bölünebiliyor, ama kendi içinde, ve Tanrı, mümkünün bütünü, her bir şeyi bir dönüşüm olan Hiç’le karışıyor. “Zamanın uzamla, bazen bu oyuncaklarla, bazen şu oyuncaklarla oynadığı basit oyunlar.”
Peki ama "sözcüğün o denli dokunulabilir yüzeyinin yok edilememesinin bir tek nedeni mi vardır?" Bu yalnızca sözcüklerin yalancı olmasından değildir; üzerlerine onları birbirine bağlayan o kadar hesap ve anlam, ayrıca niyet ve kişisel hatıra, eski alışkanlık kazınmıştır ki, bir parça sıyrılan yüzey hemen kapanıverir. Yapışır. Bizi hapseder, boğar.
Yorgun yalnızca gerçekleştirmeyi bitirip tüketmiştir, halbuki bitik bütün mümkünü bitirip tüketmiştir. Yorgun artık hiçbir şey gerçekleştiremez, halbuki bitik artık hiçbir şeyi mümkünleştiremez. “Benden mümkün olmayan isteniyor, canıma minnet, daha başka ne istenebilirdi ki benden?"