"Bize ne başkasının hayatından demeyiz çünkü başka insanların hayatı
en gizli mesleğidir hepimizin
başka hayatlar çeker bizi
ve bazen başkaları
hayatı çeker bizim için"
1940' lı yıllarda yapılan kapsamlı bir okur anketinden...
"Edebi eserlerden hangileri daha fazla okunuyor?" sorusuna okur ve yayıncıların verdiği cevaplar...
Adı geçen yayıncıların hepsi, en çok satan roman olarak, Halide Edib'in o günlerde, hemen birkaç ay evvel CHP Roman Armağanı'nı da kazanmış olan
Sinekli Bakkal'ını zikrederler ve fakat
ardından sıraladıkları listede Reşat Nuri'nin Akşam Güneşi, Refik Halid'in Yezid'in Kızı, Sürgün, İstanbul'un Bir Yüzü, Çete romanları, Aka Gündüz'ün Dikmen Yıldızı, Bu Toprağın Kızları ve Üvey Ana'sı, Kerime Nadir'in Hıçkırık'ı, Mükerrem Kâmil Su'nun Istıranca Eteklerinde, Sus Uyanmasın, Bu Kalp Duracak, Dinmez Ağrı, Çırpınan Sular adlı romanları ve eserlerinin adları verilmeden Peyami Safa, Esat Mahmut Karakurt, Mahmut Yesari isimleri yer alır. Dikkat edilirse verilen bu roman ve romancı isimlerinin bir kısmı, Türk edebiyatında bütün romanlarıyla popüler bir çizgiyi sürdürmüş ve bu doğrultuda onlarca romana imza atmışlardır.
İlk dönem romanlarımızın birçoğunda toplumun ahlaka uygunluk beklentisini tatmine yönelik olarak, yazarlar, yoldan çıkmış, yanlış yaşamış roman
kahramanlarını cezalandırmayı, onlar karşısında "iyi"den yana taraf tutmayı ve romanın sonunda genellikle kahramanlarını bir vesile ile öldürmeyi tercih etmişlerdir. Namık Kemal'in
İntibâh'ı, Mizancı Murad'in Turfanda mı Yoksa Turfa mı? romanı, Nabizade Nazım'ın Zehra'sı vesaire buna birer örnektirler. Yazarların bu romanlarda bilhassa ahlaksız kadına karşı acımasız olduğu gözlenir. Hatta bu tavır daha sonraki yıllarda, mesela Servet-i Fünun romanında bile karşımıza çıkar. Halid Ziya Aşk-ı Memnu'da yaşlı kocasına ihanet eden Bihter'i affetmez, romanın sonunda onu intihar ettirir. Mehmed Rauf Eylül'de her ne kadar bir ihanet vuku bulmamış ve iki âşık evlilik kurumunun kutsallığı anlayışı ile aşklarını
gizlemişlerse de, Suat'la Necib'in yasak aşklarını adeta cezalandırır, geleneksel edebiyatın mesnevilerindeki mum pervane mazmununu tedai ettirecek surette, köşkte çıkardığı yangında iki âşıkı yakar. Çünkü roman boyunca yaşananlar (flört, ihtiras, namahrem bir kadınla halvet, arkadaşının karısına âşık olma vesaire) geleneksel toplum hayatının ve ahlak telakkilerinin hoş görmediği, mahzurlu bulduğu durumlardır.
Rivayet olunur ki, Balzac, romanlarında hayat hikâyelerini anlattığı kahramanların, gerçek hayatta gerçekten yaşadıklarına kendisi de inanırmış zaman zaman. Ağır bir hastalığın pençesinde yattığı günlerinde, romanlarından birinde çizdiği bir doktor kahramanı başucuna isteyip durmuş. "Kurtarırsa, beni o kurtarır." diyormuş sürekli olarak.
Ve yine rivayet olunur ki arkadaşları Balzac'ın sık sık nükseden bu türden saplantılarıyla alay etmek için, bir gün de çalışma odasına birdenbire girerek, romanlarında anlattığı bir kontesin kendisini ziyarete geldiğini söylemişler. Balzac hemen toparlanmış ve olanca ciddiyeti ve nezaketi ile "Buyursun!" demiş.
Okuyucu kitlesinin söz konusu talebi neticesinde, belki de bütün edebi türler içinde en fazla piyasaya dönük olanı, parayla ilişkisi en sıcak ve ticaret metaı olmaya en yatkın olanı, yani içinde oluşarak geldiği toplumun kriterlerini ve niteliklerini en fazla yüklenen bir edebi tür olanı diye de görebileceğimiz romanın bizde de kısa sürede bir arz-talep mekanizmasını kurduğunu,
teknolojik olarak modernleşen, Batı tarzı bir altyapıyı istediğini ve basım, yayım ve dağıtım ağları içerisinde hemencecik bir ticari faaliyet alanını beslemeye başladığını görmemiz zor değildir. Roman okuru etkilemiştir, okur bu etkilenişleri neticesinde bir talebi büyütmüştür, bu talep ise arzın niteliğini belirlemeye doğru bir yapıyı beslemiştir.