Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Rüstem Paşa

Cahit Ülkü

Rüstem Paşa Gönderileri

Rüstem Paşa kitaplarını, Rüstem Paşa sözleri ve alıntılarını, Rüstem Paşa yazarlarını, Rüstem Paşa yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Defterini dürmek deyimi Yavuz'un tutturduğu bu kayıtlardan geliyor.
Belinden yukarısı aşağısından hayli uzun olduğundan tahtına oturduğunda büsbütün heybetli görünen Selim Sultan'ın hayali canlandı zihninde ve aklına o an takılan şeyi öğrenmek istedi: "Hakkı Emmi," diye sordu; "Padişah neden Edirne'de çok kaldı?" Hakkı Efendi gülümseyerek Rüstem'in sırtını sıvazladı: "Size merak etmemeyi öğrettik, ama adam olmak için meraklanmak gerek," dedi. "Aferin sana!" Sonra ağır ağır anlatmaya başladı: Padişah görünüşte, tebrike gelen elçileri kabul etmek için Edirne'ye gelmişti. Ama muradı başkaydı; şehzadeliğinden beri Şah İsmail'i tepelemeyi aklına iyice koymuştu. Sefere çıkmadan önce de, Anadolu'daki Şiiler'i yok etmeye karar verdi. Memlekete adamlar salıp yediden yetmişe ne kadar Şii varsa hepsini defterlere geçirtti. Derler ki, bunlar kırk bin kişiymiş. Padişah Edirne'deyken, işte bu defterlere yazılanlar kılıçtan geçiriliyordu. Görevlilere kelle başına akçe verildiğinden, katledilen insan sayısı kırk binin üstündeymiş. Katliam tamam olunca İran seferine çıktı."
Öfke ile gözyaşı arasında somut bir ilişki kuramamıştı; ama ona göre gazabı sınırsız kimsenin içi hınçla dolu olmalıydı ve hınç, göz pınarlarını kuruturdu.
Reklam
Bu da Musa Çelebi'den
Bunların atalarından Musa Çelebi vardı; kardeşleriyle saltanat kavgasına tutuşmuştu. Edirne'ye hükmeden kardeși Süleyman'ın üzerine yürüdü. Emir Süleyman kaçmaya çalıştıysa da köylüler onu yakalayıp ölüsünü Musa'ya teslim ettiler. Musa bizim Selim Han'dan hiddetliymiş. Yalnız Süleyman'ı yakalayan köylüleri değil, tüm köy halkını, köyleriyle birlikte cayır cayır yaktıydı. Sonra da kardeşinin oğullarını boğdurttu tabii."
Şehzade Korkud'un katli ve yerini ispiyonlayanların akıbeti:
Benim bildiğim şu ki, Bursa'da üç gün yas ilan edildi. Matem bitince n'oldu bilir misin? Yavuz Selim, Korkud'un yerini bulduğu için bahşiş bekleyen Türkmen'le on beş yakınını türlü hakaretlerle idam ettirdi. Bir tuhaftır şu bizim Osmanoğlu!
7 yaşındaki bir şehzadenin hayatı için yalvarışı:
"Hayatta kalan üç şehzadenin en küçüğü Selim'di. Ama o, hepsinden bıçkın çıktı. Yeniçerileri rüşvetle yanına çekip babasını tahtından alaşağı etti ve Korkud'u Manisa sancakbeyliğine gönderdi. Yeğenlerine, kardeşlerine dokunmayacağına söz vermişti. Ama Selim bu! Önce, son günlerini Dimotoka'da geçirmek isteyen babasına, yolda, bile bile ölüm şerbeti içirdi. Sonra, yedi yeğenini boğazlattı. Bunlardan en küçüğü Mehmed, yedi yaşındaydı. Yavrucak, cellâdının önünde diz çöküp ağlamaya başlamış 'Aman ağam, benden ne istersiz? Varın amucama söylen, günde bir akçe ulûfe ile onun hizmetkâri olam. Kıyman bana...' diye yalvarmış. Yüreği nasırlı cellât, yaşamında ilk kez duygulanmış olmalı. Çünkü diz çöküp Mehmed'i yerden kaldırmış, bağrına basmış. Sübyancık da kurtuldum sanıp cılız kollarıyla cellâda sarılmış. Bir yandan hıçkırıyor, bir yandan da 'Ağam!.. Canım ağam!..' diye celladın sırtını okşuyormuş..."
Kendini öğren, sev, arın, aydınlan diyor Balım Sultan:
"Yaşamak, Tanrı'nın yansıması olan şu evrende sevinç duymaktır! İnsanı insan yapan bu sevinç ve onun sevgi varlığı oluşudur. Bazen bütün insanların kardeş olduklarını unutup yok yere birbirimizle didişiriz, barışı bozup sevgiyi kine dönüştürürüz. Bunun yerine sevmeyi, yardımlaşmayı öğrenseydik, gösterişten vazgeçip alçakgönüllü olabilseydik, cehenneme çevirdiğimiz bu dünya yeniden cennete dönerdi. Aslında bizim sandığımız her şey bizden öncekilerin değil mi? O halde bizim de sonrakilere miras bırakmamız gerekmiyor mu? Yükseliş kapısının açkısı barış ve sevgidir. Sevgi insanı olgunlaştırır, arınmaya hazırlar. İnsan bağımsızdır: görevi özünü arıtmak, biçimden öze ulaşmaktır. Tanrı'yı gökte arama, gönlüne bak. O'nu ancak orada bulabilirsin. Evlilik gereksizdir, kuralı sevgiden öne çıkarır. Kadın olsun, erkek olsun, tüm insanlar eşittir. Ayrımcılık yapma, katı kurallarla gönül gözünü köreltme, kardeşlik duygularını yay ki, başkaları da sana kardeş olarak baksın. Dinlerin gayesi, insanları olgunlaştırıp kaynaştırmaktır, ayırmak değil. Eğer kendini biliyorsan içki iç, çalgı çalıp oyna, eğlen. Dünya azap mekâni değil, olgunlaşma bahçesidir; Tanrı gücenir yoksa! Allah'ın kendisine tapılmasına ihtiyacı yoktur, yazdığı günahlarla zenginleşmez O. Hatta, şeriatin söylediği ibadet, insanın olgunlaşıp gelişmesini engeller. Özü unutup görünüşe, biçime önem veren insan köleleşir; Tanrı ise, özgür insanı sever. İbadetle vakit geçireceğin yerde tanrısal nurla aydınlan, kendini öğren; sev, arın, aydınlan... Böyle diyor Balım Sultan!..."
Reklam
Osmanlı biat kültürünün altında yatan bakış açısı:
Sessiz durmaktan başka öğrendikleri ikinci şey, kayıtsız şartsız itaatti. Yiyeceği, giyeceği, şan ve şerefi, her seyi veren padişahtı: ona boyun eğmek, onun tarafından yüceltilmek ya da cennete gönderilmek, ayağının tozuna yüz sürmek, bir Müslüman için geçici dünyada ulaşılabilecek en büyük mertebeydi. Ellerini karınlarının üzerinde kavuşturarak boyunlarını bükecek ve kendilerinden yukardaki makam sahiplerinin yüzlerine asla bakmayacaklardı. Tanrı insana akıl verdiğinden, hiçbir şeyi doğuştan, ayrıcalık olarak ihsan etmiyordu. İyi bir Müslüman, eğer çalışkansa, kendi gayretiyle ulu makamlara, bir frenk kralınınkinden daha görkemli zenginliklere kavuşabilirdi. Ama her şeyin bu dünyada bırakılacağı, kalıcı dünyada ise yalnızca padişahın hayır duasıyla mutlu olunabileceği unutulmamalıydı. Âlemin padişahına kulluk etmenin Allah'ın onlara bahşettiği en büyük lütuf olduğunu da akıllarından çıkarmamalıydılar.
İstanbul'da ahşap yapılaşmaya geçilmesinin nedeni:
Raviler rivayet ederler ki, bu deprem sayesinde İstanbul ne idüğü belirsiz Bizans kenti olmaktan çıkıp halis Müslüman payitahtı olmuş. Ne var ki Türkler, geride beride yer olduğu halde illaki azıcık yola taşmak gibi bir huy edinmişlerdi. Yolların daralması, bu huy yüzünden işte o günlerde başladı ve depremden elli yıl sonra koca İstanbul’da Divanyolu'ndan başka iki arabanın yan yana geçebileceği genişlikte yol kalmadı. Yollar daraldıkça ahşap evler birbirlerine yaklaştı, evler kafa kafaya verdikçe daha sık çıkan yangın, tulumbacılar gelesiye dek tüm mahalleyi sardı, yangının ardından da evler yola biraz daha yürüdü. Yağmanın tadını alan yeniçeriler, zaman zaman binaları kundaklayarak yolların incelmesini hızlandırdılar. Sonunda, dede Veli Bayezid Han taş binaları yasaklayıp deprem yıkıntılarına nasıl çare bulduysa, torun Kanuni Sultan Süleyman Hazretleri de bu yangınlara çare ihsan eyledi. Yangının ateşten çıktığını anlayınca buyurdu ki, her kim günbatımından sonra sokakta, evde kandil yaka, anında sırtına elli değnek vurula. Padişahın iradesi sayesinde akşam namazından sonra dışarda kimse kalmadığı için soygunculuğun önü alındığı gibi, çapulcu takımından kimileri binaları ateşe vermedikçe yangın pek çıkmaz oldu; hem bir türlü çoğalmak bilmeyen İstanbul nüfusu, bu fermandan sonra artmaya başladı da keferenin Müslüman’a çokluğu tersine dönmeye yüz tuttu.
Büyük İstanbul depremi sonrası II. Beyazıd'ın içinden geçen:
Şehzadeliğinde yenemediği afyon tutkusu yüzünden mi Allah'ın gazabı yakasını bırakmıyordu, yoksa rahmetli babasının ayağında zahmet olunca ona şifa niyetine içerilen "şarab-ı fariğ" içine bir miktar başka nesne kattırdığı için mi?
İlk Cümle...
Kış bastırınca Sarajevsko Polje'nin batısındaki Dinar Alpleri'nin derbentlerine sıkışmış köylerde yapacak iş kalmaz.
Geri14
70 öğeden 61 ile 70 arasındakiler gösteriliyor.