Tüm egoist dürtülerimiz, bencil arzularımız, ruhumuzun gerçek görüşünü gölgeler. Çünkü onlar yalnızca bizim dar benliğimizi ortaya koyar. Ruhumuzun bilincindeysek, egomuzu aşan ve “bütün” ile daha derin bir ilişki içinde bulunan içsel varlığı algılarız Ruhumuz, bir benliğin dar sınırlarına hapsedildiğinde, anlamını kaybeder. Çünkü onun özü birliktir. O, kendi gerçeğini, ancak kendini diğerleriyle bütünleştirerek bulabilir ve ancak o zaman mutluluğa kavuşur.
Görmemek kör olmaktır, fakat yanlış görmek yalnızca kusurlu görmektir. İnsanın bencilliği, yaşamdaki bazı bağlantıları, bazı maksatları görmek için bir başlangıçtır ve onun taleplerine uygun hareket etmek, kendi kendini sınırlamayı ve davranışlarına yeni bir düzen vermeyi gerektirir. Bencil bir adam benliğinin çıkarına olacağı için gönüllü olarak sıkıntı çeker; sıkıntıya ve mahrumiyete hiç söylenmeden katlanır, çünkü o, kısa vadede bakıldığında acı ve sıkıntı olan şeyin daha geniş bir perspektifte bakıldığında tam tersi olduğunu bilir.
“Bir gün Ganj’da botla açılmıştım. Güzel bir sonbahar akşamıydı. Güneş henüz batmıştı; gökyüzünün sessizliği, kutsal bir barış ve güzellikle doluydu. Suyun engin yüzeyi kıpırtısızdı ve gün batımı kızıllığının her an değişmekte olan tonlarını yansıtıyordu… Botumuz nehrin sarp kıyısı yakınlarında sessizce süzülürken, kocaman bir balık aniden suyun yüzeyine sıçradı ve sonra da, akşam göğünün tüm renklerini gövdesinde sergileyerek gözden kayboldu. Balık, kendisiyle birlikte, ardındaki yaşam coşkusuyla dolu sessiz dünyayı yansıtan renk cümbüşünü yalnızca bir an için gözler önüne sermişti. Gizemli yaşantısının derinliklerinden güzel bir dans figürüyle çıkmış ve sonuna varmakta olan günün sessiz senfonisine kendi melodisini eklemişti. O anda, kendimi yabancı bir dünyadan kendi dilinde dostça bir selam almış hissettim ve bu selam kalbime bir tutam mutluluk saldı.”