Dilimize çevrilen ilk üç kitabın en keyiflisi de biraz önce sona erdi. Serinin en uzun ikinci kitabı için (848sf) diyebilirim ki keşke en azından bir 800sf daha olsaymış.
İlk iki kitapta yer alan birçok soru cevabını bulurken üzerine şahane ayrıntılar ve bağlantı noktaları eklenmiş. Artık Dokuz Kral oyununun önemini çok daha derin bir şekilde anlıyor, yazarın yarattığı evrenin temelini çok daha kuvvetli bir biçimde kavrıyorum.
İlk iki kitaptaki en önemli kartlardan yani karakterlerden biri olan Prizma'nın kadırgadaki kölelik anları, tam kurtuldum derken bu sefer içinde bulunduğu mahkumiyet ve yine tam kurtuldum derken gelen ironik son... Şahane!
Kip, Teia ve Karris'in olağanüstü gelişimlerine tanıklık ettik üçüncü kitapta. Kip'in giderek gerçek bir Guile'e dönüşürken tanrılara bile o kendine has tarzı ile meydan okudu. Teia yavaş yavaş kendi kendine taktığı kölelik tasmasından kurtulurken özgür bir suikastçinin tehlikeli becerileri elde etti. Karris ise başta Beyaz'ın yardımı ile olması gerektiği güçlü konuma zekası, keskin dövüş yetenekleri ve öngörüsü ile yerleşti.
Demiryumruk, Titrekyumruk, Topçu, Sırıtıkağaç, Canfeda, Cani Sharp... çok ama çok başarılı karakter yelpazesinden sadece birkaç önemli isim.
Gizli favorim Andross Guile (Kırmızı) eski karakterlerin kazandığı yeni güçler karşısındaki bu yeni oyuna ne kadar çabuk uyum sağlayacak? Bunun cevabı için ne yazık ki dördüncü kitabı beklemek zorundayız.
Işığa zincir vurulamaz, doğru ama ışık yönlendirilebilir. Okuduğunuz için teşekkürler.