Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi

Sinisa Malesevic

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Soykırımın modern zamanlara ait bir fenomen olması tarihi bir rastlantı değildir çünkü kültürel farklılığını temel alarak herhangi bir halk kesiminin tamamını sistematik bir biçimde yok etmek isteyen her girişim hem modern toplumsal örgütlenme hem de modern ideolojinin var olmasını gerektirir. Çağdaş insanlar kendilerinin dışarıdan kontrollerle daha az kısıtlanmış ve tarihi seleflerinden önemli oranda daha özgür olduğunu düşünmeye meyilli olsa da modern devletlerin örgütsel ve ideolojik güçlerindeki artış aksini gösteriyor.
Adalet, eşitlik ve kardeşlik diline sinmiş ve “gerçek” üzerindeki tekelle desteklenen modern ideolojik anlatılar başlangıçta imkânsız görünen bir şeyi meşrulaştırma ve duruma göre ayarlamakta ustadır: insanların özgürlüğü adına binlerce Fransız devrimcisini giyotinden geçirmek, emekçi eşitliğini savunurken milyonlarca Sovyet işçisini gulaglara göndermek, liberal demokrasi adına yüz binlerce Japon sivilin üstüne nükleer bomba atmak ya da çağdaş Afganistan, Pakistan veya Irak'ta ümmetin evrensel kardeşliği için dua eden binlerce Müslüman insanı öldürmek. Tek tek insan hayatı ilkesel olarak kutsal olsa da işin ucunda ideolojik amaçlar olduğunda hiçbir bedel yüksek olmuyor:
Reklam
Başka bir diyişle ne şiddet ne de toplumsal hiyerarşiler modernitede yok olmaz: sadece dönüşürler ve daha çok meşruiyet isterler. Daha da önemlisi yaygın algının aksine modernite şiddet ve tabakalaşma arasındaki göbek bağını kesmeyi başaramamıştır. Tıpkı kendisinden önce gelenler gibi bu çağda da toplumsal eşitsizlik baskıcı örtüsünü korumaya devam eder. Fark modern dönemde ideolojinin hem şiddeti hem de tabakalaşmayı yatıştırıp dışsallaştırmaya yardımcı olduğu ve dolayisiyla onları daha az görünür kıldıği yapisal gelişmeden kaynaklanir
Modern ulus-devlet şiddeti silmez yalnızca haricileştirerek dönüşümünü destekler. Baskıyı bürokratikleştirmek de daha rasyonel ve daha az duygusal hale gelmesi anlamına gelir. Collins (1974) modern çağdaki çoğu kolektif şiddetin bir çeşit hissizlik, tutkusuz bir zalimlik olduğunu söyler. İşkence ve mutilasyonun toplumsal hiyerarşi içinde bireyin ve grubun bir pozisyon edinip ve onu pekiştirmesi, birinin egemenliğini ve toplumsal statüsünün işaretini direnen öteki üstüne damgalamak için kullanılan ve bu sırada taraflar arasında kaçınılmaz olarak duygusal bir bağlılık ve bir dereceye kadar empatinin de olduğu geleneksel dünyadakinin aksine modern şiddet daha kişiliksizleştirilmiştir. Bir birey belli bir amaca ulaşmada bir engel oluşturduğu için şiddete maruz kalır. Modern ordunun resmiyeti ve kişiliksizliği azami hissizliğe olanak sağlar; görev ve sorumlulukların düzenlenmiş yetkisi, bürokratik makinesinin hiyerarşik ve bölünmüş örgütsel yapısı ve kurbanlarına karşı kişisel tarafsızlık, duygusuz zalimlik için ideal bir ortam yaratır.
Fransız ve Amerikan Devrimlerinin özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve mutluluk arayışı gibi temel fikirleri bugün o kadar bariz ve tartışmasız görünüyor ki neredeyse evrensel olarak kabul edilmelerini mantıksal ve ahlaki cazibelerinden daha çok Fransız ve Amerikan ordularının süngü ve toplarına borçlu oldukları genelde unutuluyor. Aydınlanmanın bu değerleri aslen şiddet içeren devrimci kalkışmalarla ve dolayısıyla anında tutarsız kılınarak kurumsallaşmakla kalmamış bu devrimler dünyanın kalanına bu fikirleri savaşmayla empoze etme görevini de kendi üstlerine aldıkları için daha vahşi sonuçlara neden olmuştur. Yeni Fransız Cumhuriyeti Vendee ve Brittany'deki yerel karşı devrimci hareketlerin acımasızca bastırılması dâhil olmak üzere 1792den bu yana yirmi yıl neredeyse aralıksız bir şekilde devam eden savaşmaya girişirken yeni Amerikan Cumhuriyeti Kuzey Amerika'nın topraklarını fethederken en çok baskı ve savaştan yararlanmıştır.
Tarihi olarak bakarsak neredeyse evrensel olmasına rağmen, savaş oldukça geç bir gelişmedir. Savaşmayı saldırganlık ve kavgayla birleştiren yeni-Darwinci görüşler dikkate alınmasa bile çoğu sosyal bilimci ve arkeolog Paleolitik dönemin sonu ve Mezolitik dönemin başından önce savaş için uygun yapısal koşulların olmadığı konusunda hemfikirdir.
Reklam
Modern çağda nefret edilen bir şey olarak algılanıyor olsa da şiddet her zaman toplumsal ve politik yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Modern devletler başarılı bir şekilde şiddeti tekelleştirmeyi ve dolayısıyla fiilen görünmez kılmayı başarmış olsa da şiddet eylemini ortadan kaldırmamışlardır. Aksine ulus-devletlerin, kendi toplumlarında olduğu kadar uluslararası jeopolitik arenada en önde gelen politik aktörlere dönüşerek modernitede edindiği muazzam gücün asıl kaynağı şiddet kontrolü üzerindeki bu büyük oranda tartışmasız tekeldir.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.