Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Sen Hiç Deniz Gördün mü

Çetin Korkut

Sen Hiç Deniz Gördün mü Hakkında

Sen Hiç Deniz Gördün mü konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.
8/10
1 Kişi
4
Okunma
1
Beğeni
483
Görüntülenme

Hakkında

Bu şiirlerle; Çetin Korkutun sadece duyguları yazan bir şair olmadığını, sözcüklerle duyguları tahrik edebilen, şiirinin içine felsefeyi ustaca yerleştirebilen, sorgulayan ve sorgulatan ve ardından düşündürebilen şiirleri yazan, usta bir kalem olduğunu görüyorum! Çetin Korkut; İnsanların kendi kendilerine dar edip kararttıkları dünyalarına, ışık tutarak aydınlanmanın şifrelerini veriyor ve şiiri, kültürü ve Türkçeyi içselleştirdiğini ispatlıyor! Temele, yüreğindeki sevgiyi yerleştirip üstüne sevgiyle bezenmiş insanı ve insanların hayatını koyabilen, teknik ve duyguyla sözcükleri yoğurabilen bir şair olduğunu, bu kitapla okuyucuya gösteriyor! Sen Hiç Deniz Gördün mü? Diye sorduğu bu kitap; Şiir ve edebiyat dünyasına verilmiş bayramlık bir hediye gibi sevindirici ve değerlidir Sırrı Çınar Yazar ve Şair Tuzla pişmiş hayatın umutla sönmüş ateşin hür yaşanmış aşkların mavi bir seyir defteridir denizde bıraktığım ayak izleri
Tahmini Okuma Süresi: 2 sa. 30 dk.Sayfa Sayısı: 88Basım Tarihi: Ağustos 2013Yayınevi: Ihlamur Kitap
ISBN: 9786054686735Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Türler:
Reklam

Yazar Hakkında

Çetin Korkut
Çetin KorkutYazar · 5 kitap
Yazarın kendi kaleminden kendisi hakkında bilgiler: Yıl 1969, aylardan Ocak. Bir yağmur, bir fırtına… Babam dışarıda üşümekli ve ıslak, kız evlat beklerken ben; Fethiye yolunda hastaneye giderken 60 model bir Ford’un ciğer kırmızısı koltuklarında, çiftçi bir ailenin dördüncü erkek çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Daha 6 aylıkken; Neil Amstrong’un Ay’da attığı ilk adımı anons ederken radyolar, benim Dünya’da atacağım ilk adımla daha ilgiliymiş babam, Ay’a ilk adımı atmanın ne anlama geldiğini bilmeden. Yıl 1976, aylardan Eylül. 7 yaşında siyah bir önlük giydirip, “Haydi okula!” dediler. Dalyan’a bağlı Eskiköy’ün çamurlu yollarında başladım gidip gelmeye okula. Hiç abaküsüm olmadı; fasulya, mısır, nohut sayarak öğrendim matematiği. Hayatı da babamdan. İlk paramı, portakal sandıkları ve babamın el aletlerini kullanarak bahçeye kurduğum tamirhanede mahalledeki çocukların oyuncaklarını tamir ederek kazandım. İplik makarasından yapılan arabalar, tel arabalar, çemberler, gazoz kapakları… Benim köyümde öyle herkeste para olmazdı. Haftada bir sinema gelirdi köye, 2 buçuk lira kişi başı. Annemden gizli yumurtaları satardım köy bakkalına, sinema için… Yıl 1978 ve ben ilk şiirimi yazdım, ama onu sevdiğim kıza veremedim. Yağmur yağıyor çisen çisen Beni sevmedin ki hiç sen Seni seviyorum içten ama çok içten Sev sev doyasıya sev Yıl 1979, Şubat 1. Tükiye Abdi İpekçi’nin ölümünü konuşurken, bizim evde konuşulan tek şey benim bir an önce okulu bitirip bir baltaya sap olmamdı. Pioneer 11 isimli uzay aracı Satürn’e giderken, ben ortaokula gidebilmenin mücadelesini veriyordum. Yıl 1980, kötü bir yıl. Herkes ülkede olup bitenlerle ilgileniyordu. Konu; sağcılar, solcular ve ölümler, ölümler… Kafam karışırdı, hala da toplayabilmiş değilim. Sokaklara her gece birileri sloganlar yazıyordu, birileri gündüzleri siliyordu. Yazanın sokakları kirletmediğini, silenin de amacının temizlik olmadığını çok sonra anladım. 12 Eylül’de askerin yönetimi devralışı, sokağa çıkma yasağı ve benim yatan okul işi… Sanırım asıl darbeyi ben yemiştim. O yıl; hayvan otlattım, bahçede çalıştım, tarlada çalıştım. İlk nasırlarım da o yıl oldu. Benimle birlikte hayallerim de büyüdü. Yıl 1981, Atatürk’ün 100. doğum yılı… Ailemin okutmak ile okutmamak arasındaki bıçak sırtı nüansla yazdırdılar beni Dalyan Ortaokulu’na ve ben bir daha öyle bir heyecan yaşamadım. İlk spor ayakkabım, ilk eşofmanım ve ilk bisikletim o yıl oldu. Birinden kravat bulduk, birinden ceket, pantolon ve gömleği de veresiye… Çok büyümüş hissettim kendimi bilmeden kravat ve ceketle adam olunmadığını. Cem Karaca’yı, Barış Manço’yu, Erkin Koray’ı o yıl tanıdım. Çikolata ile tanışmama daha vardı. Yıl 1983, KKTC artık bağımsız. Ben de aileme karşı bağımsızlığımı ilan etmenin planlarını yapıyordum… 11 yaşında nasır tutan ellerimden, o nasırlar hiç eksik olmadı. O yüzden bir an önce büyümek ve gitmek istiyordum uzaklara hayallerimin peşinden. Hayallerimi anlatamadım hiç. Yazdım. Hala da yazıyorum… Yıl 1984, Hayat başlıyor… TRT tümüyle renkli yayına başladı. Bir daha da o renklerin etkisinden kurtulamadık, hatta esiri olduk. Aynı yıl Ortaca Lisesi’ne başladım. Zaten başka da gidilecek lise yoktu. Resme, edebiyata ve dansa olan ilgim, beni bütün diğer derslerden soğuttu. Bir kıza aşık oldum ve bu aşkla birlikte Orhan Veli’yi tanıdım. İkinci sınıftayken; Hayata atılmak için daha fazla bekleyemeyip okulu yarım bıraktım, dışarıdan tamamladım. Okul bitti, kız gitti, Orhan Veli kaldı. Yıl 1986, Hazırlık. Marmaris’te bir yat şirketinde çalışmaya başladığımda henüz 17 yaşındaydım. Ay sonu maaşımı çekip aileme göndermem yetiyordu onların takdirini kazanmaya. Bu yüzden bütün hayatım ailemi ve yakınlarımı başarı ve kariyerimle etkilemeye çalışmakla geçti. Hırslıydım. Bu özelliğim kendimi yatçılık sektöründe hızla geliştirmeme ve eğitimime çok yardımcı oldu. İngiltere’de Marine Marketing eğitimi aldım. Bu macera tam 6 yıl sürdü. Yıl 1988, İvme. 1 sene içerisinde teknik personelliğe terfi edişim, gelecekteki kariyerim için ipuçları veriyordu ve bu da beni fazlasıyla motive etmişti. Yelken yapmaya merakım da o yıllarda başladı. Yıl 1989, Yükseliş. Berlin duvarı yıkılırken ben; kendi dünyamı inşaa etmekle meşguldüm. Birçok yelken yarışlarına katıldım ve değişik derecelerde ödüller aldım. Skipper olduğumda ve bana transfer için pahalı tekneler teslim edildiğinde henüz 19 yaşındaydım. Yıl 1990, Sabır. Körfez’de bir savaş patlak verirken, Ağrı’da askerlik görevimi yapıyor ve Doğu’nun sıfır noktasında, sıfır aile planlamasının, planlı yapılmış yoksul çocuklarına şahitlik ediyordum her gün. Hayatımın en uzun aşk mektubunu askerde yazdım, 19 sayfa… Savaşmayı öğrendim hayatla, hayatta kalmak için. Sabretmeyi öğrendim, görevimi tamamladım, terhis oldum. Yıl 1991 ve dans! 13 metre boyunda ilk ahşap teknemi aldım. Aslında aldığım tekne değil, hayallerimdi. Tüm deneyimlerimi bu teknede sınadım. Büyük bir sınavdı geçtiğim gelecekteki kariyerim için. Sevdiğim kızın ailesi “Kendi işin olursa kızı veririz” dedi, ben de hem kızla evlenebilmek için hem de genç aşıkları pastahane köşelerinden kurtarmak için bir kafe açtım. Aynı yıl SSCB dağılıyordu, benim de hayallerim. Önce tekne battı, sonra kafe. Sevdiğim kız terk etti, duygularım da battı. Kendimi dansa verdim o yıl. I Got The Power şarkısında arıyordum gücü, MC Hummer ile çoşuyordum. Onun gibi rap yapmak isterdik hepimiz ve yapardık da… Hep bir Hummer pantolonum olsun istedim, hala da istiyorum. Dansa olan ilgimi geliştirmek için, Londra, Oxford Caddesi’deki bir dans okulunda 2 yıl dans eğitimi aldım. Valz, rumba, cha cha, tango, swing, rock’n roll, twist, salsa… Ve öğrendim ki, dans eden ruhtur, beden de ona eşlik eder bazen. Yani öğrendiğim şey dans etmek değil, ruh dansa kalktığında bedenin ona nasıl ritim tutacağını öğrenmekti ve biraz da görsellik katmaktı işe… Yıl 1992, Profesyonel Hayat. Bodrum’da aile şirketimizin kurulmasına ortaklık ettim ve profesyonel iş hayattım da böylece başlamış oldu. Aynı yıl aldığım Certificate of Marine Marketing belgesi ile bir anlamda Türkiye’nin ilk sertifikalı yat brokerı oldum. Yıl 1993, İnternet Çağı. Türkiye internetle tanıştı. İlk bilgisayarımı İngiltere’den ithal ettim ve havaalanı gümrük formaliteleri tam iki hafta sürdü, çünkü Türkiye’de serbest gümrük yoktu ve bilgisayar fiyatları bir servetti. Satıcı 486 DX serisi önerdi, 10 yıl arkana bakma dedi. 2 yıl içinde çöp oldu. Yıl 1994, Cep Telefonu. Bilgisayarlı sisteme geçen ve internet üzerinden tanıtımlar yapmaya başlayan ilk Türk yat brokerlerinden biri olarak, kolay ulaşılmak için bir de cep telefonu almam gerekiyordu ve aldım da. Ericsson GH197. En mütevazı birinin bile egolarını dürtecek kadar önemli bir teknolojiydi cep telefonu sahibi olmak o yıllar. Belime takınca pantolonumu aşağı çekecek kadar ağır olmasının henüz önemi yoktu. Yıl 1995, Sağlam Adımlar. 3 yıldır birlikte olduğum İngiliz bir kadınla evlendim. Bir yıl sürdü. Daha çok gençtim ve bu benim özel hayatımda verdiğim en büyük sınavlardan biriydi. Anladım ki, evlenmek öyle her babayiğidin harcı değil. Anladım ki, hazır olmak gerek önce; sonra doğru olanı aramak ya da arayana doğru olan olmak için, en büyük hüner de bu ikisini bir araya getirmekte. İşe olan aşkımın hep sıkıntısını çektim hayatım boyunca; işi önüme alıp kaybolup giderken, hayat da arkandan akıp gidiyor, en kötüsü de neler kaçırdığımı hiç bilmeyeceğim belki de… Malta’ya ilk guleti satarak brokerage konusunda ilk uluslararası işimi yaptım. Bunu Hırvatistan, Maldivler, G. Afrika, Japonya, ABD gibi ülkeler izledi peşi sıra. Bu ülkelerde geleneksel ahşap Türk teknesi olan guletin ve Türkiye’nin tanıtılmasına büyük katkılar sağladığım söylenir. Yıl 1997, Zirve. Uluslararası bir yatçılık dergisinden hizmet dalında Türkiye’nin en iyi yat brokerı ödülünü aldım. Aynı dergide ikinci el tekne piyasası hakkında yazılarım ve yorumlarım yayınlandı. Bu ödül benim için çok şey ifade ediyordu çünkü; benim büyüdüğüm yerde çok konuşana üçkağıtçı, adam olmaz denirdi. Onları haksız çıkarma hırsım, sırtımdaki yükü iki katına çıkardı. Belki de bu yüzden işimde en iyi olmak istedim hep. Ve iyi bir insan. Bunu birilerine bir şeyler ispat etmek için mi yoksa kendime bir şeyler ispat etmek için mi istedim, hiç bir zaman çözemedim. 4 Ağustos; hayatımın en önemi tarihlerinden biridir. Bir kadın tanıdım ve onun ailesini devamında. Önce aşkım, sonra dostum ve derken ailem oldular. Hayatımın her aşamasında yanımda oldular. Ne zaman ayağım takılsa, elleri hep omzumda oldu. Bugün, neredeysem ve ne kadarsam, onların çok payı vardır. Minnetim… Yıl 1998, Kaza. İstanbul’a taşınmaya karar verdim; kariyerime orada devam edecek, evlenecek, orada bir hayat kuracaktım. Olmadı. 2 Ağustos; bir yat gezisinde suya balıklama dalma sonucu boynum kırıldı. Felç oldum. Aslında felç olan bedenim değil; amaçlarım, hedeflerim, hayallerimdi… Bodrum’da şanslı bir ameliyat ve İstanbul’da şanslı bir fizik tedavi süreci geçirdim. Anladım ki; aynı anne babadan olmak kardeş olmaya yetmiyor. Eş, dost, aile, hayat hakkında ezberletilmiş tüm duygu ve düşüncelerim değişti. Hayat yeniden biçimlendi kafamda. Yıl 1999, Tutunmak. Tekerlekli sandalyemle ilk sokağa çıktığım gün, her gün hoplaya zıplaya çıktığım bir kaldırımın önünde durdum. Ya geriye dönecektim ya da çözüm üretip hedefe gidecektim. Ben devam ettim. Engelimin bir düşüş olmadığını önce kendime, sonra beni hayattan diskalifiye eden zihniyetlere ispat etmem gerekiyordu ve ettim de. İşe geri dönüp kaldığım yerden hayatıma devam ettim. Kolay olmadı elbet ama zoru başarmanın hazzını yaşama ayrıcalığına sahip oldum. Her zorluk; deneyim, donanım, vizyon demekti. İçimdeki güç her gün daha da büyüdü, ayakta kaldım, hayatta kaldım ve yükseldim. Yıl 2000, Marmaris. Özel durumumdan dolayı, günlük yaşam kalitemi arttırmak ve profesyonel anlamda sektörümü daha iyi kontrol etmek ve piyasaya daha iyi hakim olmak için şirketimi Marmaris’e taşıdım. Yıl 2001, Kayıp. Ailemden bağımsız, tek başıma yola devam etmeye karar vedim ve aile şirketi tasviye edildi. Babamı kaybettim. O hayatımdaki en büyük değerdi; çok büyüktü içimde kapladığı alan ve gitse de hep orada oldu. Kabullenemedim. Hep özledim, hala özlüyorum… Bütün bunların üstesinden de gelebilirdim fakat ülkede patlak veren ekonomik kriz, hayatın bana belden aşağı vurduğu son darbeydi sanki. Gücümün tükendiğini düşündüm; bilmeden tüm bu yaşadıklarımın beni daha da güçlendirdiğini. Tüm bu yenilgiler bana hayata karşı ayakta durmayı ve savunmayı öğretti. Yıl 2002, Yeni Bir Başlangıç. Yazmalıydım. Ne zaman düşecek gibi olsam yazarak güç topladım. Edebiyat üzerine internette bir dergi yayımladım. Yazdım, yazdılar, okudum, okudular. Yazılarımı Değişim gazetesinde köşe yazarı olarak paylaşmaya başladım. Yine aynı yıl; kendi şirketimi kurarak yeni bir başlangıç yaptım. Yıl 2003, TV’de İlk Kez. Hırvatistan’daki bir ulusal kanal tarafından mavi yolculuk belgeseli çekilmesine aracılık ettim ve aynı belgeselde guletler üzerine röportajım yayınlandı. Yıl 2004, Haluk Cecan. Türkiye’nin Cousteau’su diye anılan Haluk Cecan ile birlikte, hayatı boyunca hiç su altına dalmamış engelliler için bir etkinlik düzenledik. Ki rahatsızlığı nedeniyle doktorunun yasaklamış olmasına rağmen kabul etmesi, bir insanlık dersi olarak kafamda hep yer etmiştir. Bir günlüğüne de olsa; Engellenmişlerin bağımsız ve özgürce yaşama duygusunun ve özgüvenin yüzlerine yansıdığı mutluluğa tanık oldum. Ve öğrendim ki mutlu olmak, başkalarının mutluluğuna vesile olmakmış meğer. Daha sonra bu dalışlar kısa metrajlı belgesel film haline getirildi ve halka izletildi. Aynı yıl; Şairlerin Marmaris Çıkarması adı altında bir şiir yarışması düzenlenmesine öncülük ettim. Ataol Behramoğlu’nun başkanlık ettiği jüride yer aldım. Ve bu benim kendimi ilk kez şair hissettiğim andı. Sanata olan düşkünlüğümü Sanat Gemisi projesiyle hayata geçirmek istedim. Geçirdim de. Gemiyle her hafta başka bir limanda söyleşiler, sergiler ve mini konserlerle sanatı insanların ayağına götürme fikri beni çok heyecanlandırmıştı. Fakat 2 yıl sonra sponsorsuzluktan projeyi sonlandırmak zorunda kaldık. Yıl 2005, Farkındalık. Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği Marmaris Şubesi’ni kurdum ve 4 yıl başkanlığını yaptım. Muğla Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu’nda gönüllü olarak rekreasyon dersleri vermeye başladım. Engelli sorunları ve çözümlerine ilişkin bir çok panel, sempozyum ve konferansa konuşmacı olarak katıldım. Çünkü ben bir engelli olarak en küçük bir ivmenin bile bir insanın hayatının diğer ucunda nasıl bir çığa dönüştüğünü öğrendim hayattan. Yıl 2006, Evlilik. Facebook hayatımıza girdi; herkes eski arkadaşlarını bulup yalnızlığından kurtulmak istiyordu, bilmeden daha fazla yalnızlaşacağını. Ne şanslıyım ki, evlilik hazırlıkları içerisinde olmak beni bu zaman hırsızı furyadan kurtarmıştı. Kendimi evliliğe hazır hissetmek ve bu sorumluluğu taşıyabilecek gücü kendimde bulmak tam 11 yılımı aldı. Ve hayatımın kadını ile evlendim. Tanrı; gönlüme bir Gönül, tutkuma Deniz adında bir oğul hediye etti. Öte yandan; Bildiklerimi ve tecrübelerimi paylaşmayı seven biri olarak Yatçıya Pusula ve Yachtsman Compass dergilerinin 5 yıl süreyle editörlüğünü yaptım. Yıl 2007, Teğet. Kriz teğet geçecek dediler; başkalarını bilmem ama beni teğet geçmedi. Eski şirketimi kapatıp küçük bir ofiste yeni bir şirket kurdum. Ofisim küçülse de hedeflerim asla küçülmedi. Hayatın bana öğrettiği sabır ve mücadelenin beni ayakta tutacağından emindim. Özgüvenimi asla yitirmedim. Hep kararlı oldum. Bu mücadelem beni asla yanıltmadı. Yıl 2009, Mola. Dedim ya; evlilik her babayiğidin harcı değil. Evli olmanın ve işimin sorumluluklarını yerine getirmek neredeyse tüm vaktimi alıyordu. Her ne kadar bundan şikayetçi olsam da, bunların dışındaki uğraşlarıma mola vermem gerekiyordu. Çünkü hayat bir yolculuk ve bu yolculukta hayatınıza dâhil ettiğiniz her şey için hayatınızdan bir şeyleri çıkarmak ya da ertelemek durumunda kalıyorsunuz. Öncelik değerleriniz değişiyor. Yıl 2010, Paylaşmak. Çok çalışmakla ve işinizde çok iyi olmakla kariyer sahibi olunmuyor. İşinizle ilgili donanımınızı paylaşarak insanlara kılavuzluk etmeniz ve bundan olumlu sonuçlar da almanız gerekiyor. Bu düşünceden hareketle; Tekne alıcı ve satıcılarını bilinçlendirmek ve onlara yol göstermek amacıyla 2 adet elektronik kitap yayımladım. Yıl 2011, Çeyrek Asır. Guletler üzerine pazardaki en büyük veritabanı olan guletgroup.com ile çeyrek asrın son zirvesinde olmanın hazzını yaşadım. Bu birikimi uluslararası bir platformda da paylaşma güdüsüyle guletgroup.blogspot.com adresli sitede sektörle ilgili İngilizce yazılar yayımlamaya başladım. Hala da yazmaktayım. Yıl 2012, Yoruldum. Hayatım boyunca kurduğum hayaller… İyi bir yat brokerı olmak, mutlu bir yuva kurmak ya da iyi bir insan olmak… 45’imden sonra mutlu yaşlanmak için. Hep dedim, hala da diyorum; Ben hayattan yazarak ve okuyarak besleniyorum. Artık profesyonel iş hayatımı rölantiye alıp diğer hayallerimin peşinden gitmek istediğimin farkına vardım. Hayatın kafama vura vura öğrettikleri öyle sıkışmıştı ki içimde; yazmazsam çıldıracaktım. Önce bir Twitter hesabından notlarımı, ardından kendi adıma açtığım cetinkorkut.net sitesinden yazı ve şiirlerimi yayımlamaya başladım. Sadece kendimi rahatlatmak da değil amacım; yaşadıklarım, tecrübelerim, çıkarımlarım bir dirhem olabilirse başkalarına, artık yaşlanmaktan ve ölmekten korkmayacağım demektir. Çünkü gerçek hayat, öldükten sonra da yaşayabilmektir. Yıl 2013, Hayallerin hayata dönüşü. Ihlamur Kitap Yayınevi’nden çıkan; yıllardır yazdığım şiirlerin bir kısmını içeren “Sen Hiç Deniz Gördün Mü” isimli şiir kitabım, Ağustos ayı sonunda şiir severler ile buluştu. Yine aynı yayınevi’nden 30 Kasım’da çıkan “Yalınayak” isimli denemeler kitabımın okuyucu ilgisi, yeni kitaplar yazmak için oldukça motive etmişti beni. 2013’ün son çeyreği ve ben; Bahreyn Kraliyet Donanma Komutanı Khalifa Bin Abdullah Al Khalifa’nın, bilirkişi ekibi ile Marmaris’e “Donanma Eğitim Gemisi” projesi kapsamında ziyaretine öncülük etme ayrıcalığını yaşadım. Proje onaylandı. Dolayısı ile, bu proje kapsamında, Bahreyn Donanma Komutanlığı’na danışmanlık hizmeti vermenin ülkemiz tanıtımı adına onurunu yaşadım. Yıl 2014, Yeniden resim. Okula yeni başlayan bir çocuk sevinci ve heyecanı ile sarıldım resim malzemelerime ve bir sevgilinin kokusunu özlemişcesine çektim içime. İlk resmin bir şeye benzememesinin pek önemi yoktu henüz. Kafamın içinde ne resmettiğim daha önemliydi şimdilik. Böylece, 18 yıl aradan sonra yeniden resim yapmaya başlamış oldum. Amaç; Ruhumu, kendimi zenginleştirmek… Çünkü en büyük zenginlik, kendini biriktirmekle olur. Yıl 2015, Hayat devam ediyor…