Jeokültür, Jeopolitik, Jeogüvenlik

Sosyolojik Savaş

Yusuf Çağlayan

Sosyolojik Savaş Quotes

You can find Sosyolojik Savaş quotes, Sosyolojik Savaş book quotes, the most impressive sentences and paragraphs on 1000Kitap.
Sanayileşme sonrası ortaya çıkan Batı yaşam tarzı, sanayileşmenin getirdiği bir değişim ve bir yaşam kültürü olarak ortaya çıkmıştır. Bu yaşam kültürünün Batı dışı toplumlara aktanlması, bu toplumların sanayileşmesinden çok, birer tüketim toplumuna dönüşmesini sağlayacaktır. Ayrıca, ekonomik durum ile yaşam tarzı arasındaki dengesizliğin ahlaki
"Bir milletin çocukları kendilerine ait olan dini,milli ve tarih bilgileri,yani kim olduklarını,nasıl bir tarih ve ecdada sahip bulunduklarını öğrenmeden,milli şahsiyetlerini kazanmadan yabancı milletlerin baskısı altına düşerlerse, bu yabancıların yaşantıları ve uygarlıkları gözlerinde büyür. Kendilerini böyle bir tarihten ve milli övünçten
Reklam
Örneğin, elektrik gibi bir teknolojik imkân, güçlü bir sosyolojik silah olarak kullanılabilmektedir. Bir toplumun elektriğe kavuşturulmasında ne kötülük olabilir veya böyle bir yeniliğe kim karşı çıkabilir ki? ”Elektriğin köy hayatında yapacağı pek çok değişiklik olacaktır. İnsanlar, havanın kararmasıyla yatmaktan kurtulacaklar, serinlemek için biıvantilatör, yiyecekleri muhafaza için bir buzdolabı, seyretmek için bir televizyon alabileceklerdir. Köylerde küçük ölçekli endüstri kurumlarının yer alabilmesi elektrik sayesinde mümkün olacaktır.”33 Evet, bu modern araçla, bir topluma nüfuz etmek son derece kolay, hatta o toplumun bizatihi kendi talebi ile gerçekleşecek bir şeydir. Elektrik sayesinde, sosyolojik savaş silahları olan kitle iletişim araçları o toplum içinde kolayca konuşlandırılmıştır. Bu araçları kullanacak, pazarlayacak elemanlar kolayca servis ağları ile ülkenin her yöresine dağılmıştır. Bayiler yerli olabilir. Ama ürünlerin kaynağı daima üretici ülkelerdir. En yaygın kitle iletişim aracı olan televizyonu düşünelim. ”Hükümetler, televizyon istasyonlarmı kurduktan sonra, ekranı doldurabilmek için yabancı kaynaklı yapımlardan yararlanmak zorunda kalmışlardır. Bu filmlerin büyük kısmı da Amerikan yapımıdır. Amerikan filmleri vasıtasıyla bir tüketim toplumu insanının yaşam tarzı, Üçüncü Dünya insanına empoze edilmektedir."34
...Sosyolojik savaş, ”Aynı toplumda herhangi bakımdan farklı olan grupları çatıştırması”31 gibi basit bir strateji temelinde yürütülür. Farklılıkları belirginleştirip keskinleştirme, kışkırtarak çatıştırma, çatışmaları örgütlü sosyolojik çatışmaya dönüştürme... Birlik ve bütünlüğün bozulmasmda, bütün farklı kimlikler hedef alınmakla birlikte, ana hedefi en ayırt edici ve en kapsayıcı farklılık oluşturur. Çünkü farklılıkların örgütlü kitleselleşmesi esastır. Hedef topluma gerçekleştirilecek en kapsamlı ve en fonksiyonel sosyolojik müdahale, çeşitli din, ırk ve meslek gruplarının çatışmacı ve dışlayıcı bir kimlik algısına kavuşturuhnasıdır. Etnik dışlayıcılık, dini ve mezhepsel dışlayıcıhk, cemaat dışlayıcılığı, bir toplumun birlik ve dayanışmasım yok eden en etkili sosyolojik silahlardır. Bu sebeple, sosyolojik savaşın taktik araçları arasında, sözünü ettiğimiz dışlayıcılıkları geliştirmek ve şiddetlendirmek önemli bir yer tutar. Çünkü bir toplumun iç tutarlılığı ve yapışkanlığının bozulması bu dışlayıcılığın şiddeti ile doğru orantılıdır. Bunun yanında gelir farklılıkları, fiyat artışları, vergiler ön plana çıkarılarak, toplumda genel bir huzursuzlukı güvensizlik ve memnuniyetsizlik canlı tutulur. Bu huzursuzluk, güvensizlik ve memnuniyetsizlik ortamı, toplumu birbirinden kaygı duyan kesimlere bölecektir.
Atillâ Ilhan’ ın çarpıcı tespitiyle; ”Sistem bir ülkeye el koydu mu, önce onun savunma ve güvenlik anlayışını çarpıtıyor; o güne kadar ulusal egemenliği ve bağımsızlığı korumakla görevli olan silahlı kuvvetler ve güvenlik kuvvetleri o günden itibaren 'ideolojik bir savaşa’ katılmış, ’yıkıcı güçlere' ’tehlikeli mihraklara’ karşı yöneltilmiş oluyorlar. Oysa bu kaydırma, emperyalizmin bir ülkenin silahlı kuvvetlerini ya da güvenlik örgütlerini kendi halkına karşı kullanmasına zemin hazırlıyor.”133
ABD Kongresi kütüphanesine bağlı olarak çalışan ve kongre üyelerini çeşitli konularda bilgilendirmek üzere raporlar hazırlayan araştırma bürosu, 15.3.1995 tarihinde ”Ortadoğu Ülkelerinde İslamcı Akımlar” başlığını taşıyan bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda yer alan, ABD’nin İslamcı akımlara karşı izleyebileceği politika seçenekleri sıralaması oldukça ilginçtir. Bu seçenekler arasında sosyolojik müdahalenin ana seçeneği oluşturduğu görülmektedir. Raporda önerilen politika seçeneği, özetle, İslam ülkelerinde ”İslam karşıtı” hükümetleri, kesimleri ve İslam karşıtı hükümetlerle işbirliği yapan dini grupları desteklemekten ibarettir.123 Nitekim, Batılı devletler, İslam dünyası ile ilişkilerinde, İslam ülkelerini değil, sadece kendi politikalarına alet olan İslam karşıtı hükümetleri ve toplum kesimlerini desteklemişlerdir.124 Bundan amaç, gerçekleştirilen sosyolojik operasyonların, İslami özellikli ”bir iyi yönetim ve bölgesel asayiş örneğinin”125 ortaya çıkmasını engellemede yerel unsurları kullanmaktır. Politik ve teknolojik evrimleşmesi kontrolden çıkma safhasına gelen İslam toplumlarında uygulanacak sosyolojik operasyonlar, İslam karşıtlığı temelinde gelişecek iç çatışma şartlarının oluşturulması ve farklı grupların birbirlerine karşı dışlayıcılıklarının desteklenmesidir. 1990’lı yıllardan itibaren Afganistan, Irak; 2000’li yılların başından itibaren de Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’de uygulanan politikalar, sözünü ettiğimiz bu sosyolojik stratejinin tipik bir açılımıdır.
Reklam
”Avrupa bir yandan kendi endüstrileşme sürecini tamamlarken, öte yandan da elinin ulaşabildiği her yerde endüstrileşme çabalarını baltaladı. Sömürgecilerin endüstrileri ile rekabet edebilecek yerli endüstrilerin kurulmaması için her türlü çabayı gösterdiler. Her nasılsa vücut bulabilmiş yerli endüstri kurumlarını ise acımasızca saf dışı
Sosyolojik savaşta hedef topluma karşı kendi ordusu, kendi bürokrasisi, kendi eğitim sistemi ve kendi medyası silah olarak kullanılmaktadır. Bütün bu kurumlar o toplumun kimlik değerlerine karşı Örgütlenmektedir. Böylece hedef toplum giderek kendi kendisi, kendi kurumları ve kendi Öz değerleri ile çatışır hale gelmektedir. Hedef toplum, adeta
Dayanışmanın etkisi, sadece dayanışan kimliklerin bütünleşmesi ile sınırlı kalmaz. Farklı kimlikleri de farklı saiklerle bütünleştirir. Osmanlı böyle bir jeopolitik güç idi. Oryantalist misyoner çalışmaların stratejik hedefi, İslam coğrafyasının birlik ve dayanışmasının temel dinamiği olan İslam kültürü oldu. İslam toplumlarının homojen İslam kültürü bağlamındaki kimlik algısının, etnik kültürler bağlamında kimlik algılarına değiştirilmesi ile sadece İslam dayanışması değil, bu dayanışmanın bütünleştirdiği farklı din ve millet bütünlüğü de dağılmıştır. Süreç, medeniyet bağlamlarının değiştirilmesine kadar uzanmıştır. Bu kilit değişimler, çok değişimleri beraberinde getirmiştir. Çünkü jeopolitik gücünün kültürel zeminini yitirmiş bir devlet, askeri gücüne rağmen uzun müddet ayakta kalamaz. Çünkü askeri güç, askeri saldırılara mukabil gelse de, sosyolojik saldırıların mukabili değildir.
Geriye dönüp baktığımızda, başlangıçta misyoner teşkilatları, daha sonra ise oryantalistler, Ortadoğu araştırma merkezlerinde yetişen siyasi teorisyenler ve strateji uzmanlarının, İslam toplumunda yapay gruplaşmalar meydana getirmeye, bunları bir temele oturtmaya ve her grubu bir diğer grubun karşısına hasım olarak çıkartmaya muvaffak olduklarını görüyoruz. İnsanların karşıtlıkları ve husumetleri, genellikle karşı oldukları şeyin özü ve hakikatinden değil, o şey hakkındaki algıdan kaynaklanır. Örneğin, İslam karşıtlarının karşı oldukları şey, aslında İslam değil, kendi kafalarındaki İslam’dır. Bir insanı “İslam karşıtı” olarak tanımlarken, o insanın ”İslam algısının” gerçek İslam ile örtüştüğünü, dolayısıyla da onun gerçek İslam’a karşı olduğunu zannediyoruz. Oysa o insanın ”İslam” adını verdiği şeyin gerçek İslam ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. İslam’a hücum edenler, aslında kendi kafalarındaki İslam tasavvuruna hücum ediyorlar. İslam’ı, kendi İslam tasavvurları ile mahküm ediyorlar. Halbuki bu tasavvuru zaten Müslümanlar da kabul etmeyecektir. Gerçekte İslam’ın özü ve hakikati ile yakından alakası olmayan, bu muhayyel kutuplaşmada iki tarafın kastettiği aynı şey değil. İşte, İslam’ın kafalardaki oryantalist algısını İslam zannederek karşı olmak kadar, bu algıyı yine İslam zannederek savunmak ve tepki göstermek de problemlerin kaynağını oluşturuyor.
Sayfa 259Kitabı okudu
20 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.