Ortaçağda yaşayan Avrupalıların cahillik konusunda kimse ellerine su dökemez. O devrin Hristiyan din adamlarına göre kediler uğursuzdu. ... Kedileri öldürdüler. Bir süre sonra kedi nüfusu neredeyse tükenme noktasına geldi. Kedilerin nüfusu azalınca farelerin nüfusu çoğaldı. ... Avrupa’da büyük bir veba salgını başladı. Salgın fareler yüzünden öyle hızlı yayıldı ki insanların yarısından çoğu bu hastalıktan öldü.
Çamurlu ve bulanık bir suyu kökleri ile içen ama dallarından nar gibi, mandalina gibi, elma gibi, kiraz gibi şepşeker meyveleri bizlere uzatan ağaçlar da ACAYİPtir. ACAYİP kelimesinin anlamlarından biri olan MUCİZEdir.
Baykuşların uğursuz sayılmaları, baykuş ötüşünün insanları korkutması hiç anlaşılacak bir “şey değildir.
Sanırım bu kötü şöhretleri onların biz insanlarla fazla samimi olmamalarından kaynaklanıyor.
Aslında baykuşlar, birer gece bekçisi gibi, karanlık bastığında göreve başlar ve sabaha kadar,
Fare gibi, ne bulsa kemiren yaratıkların, gereğinden fazla çoğalmalarının önüne geçerler.
Tarladaki buğdaylar, ambarlardaki mısırlar, geceleri baykuşların gözetimindedir.
Osmanlı zamanında dağdaki aç kurtlar için bile bir vakıf vardı. Bu vakfın görevlileri, kış günlerinde, kurtların köylere inmelerine gerek kalmadan bulabilecekleri yerlere yiyecek bırakıyordu.
Zürafaların uzun boyunları olduğu için kemik yapılarının çok güçlü olması gerekir. Bunun için de kalsiyum almaları şarttır. Nasıl alacaklar bu kalsiyumu?
“Serengeti'deki en yakın eczaneden?” desem
bu sorunun cevabı değil, olsa olsa kötü bir espri olur.
İşte gerçek cevap: “Buldukları kemikleri yalayarak!”
İşte böyle çocuklar! Gördüğünüz gibi Rabbimiz, her birine apayrı özellikler verdiği hayvanların sağlıklı bir hayat sürmeleri için de ayrı ayrı ilhamlar vermiş. İnsanlara da akıl vermiş. Hem bütün bu harikalıkları düşünüp ibret alalım, hem de kendimiz için iyi olanı kötü olandan ayıralım diye.
“Ha..ha..ha..Hapşuuu!
Ben bir nane limon daha içsem iyi olacak...”