Aynı anda Sufî, hem Şeriatın ötesinde bilginin daha dış bir biçimini idrak eder hem de İsm-i İlâhî'nin tefekkürü ve zikri vasıtasıyla iç Hakikat ile birlik arar. Ulaşan kişi Allah'a doğru ve Allah'da yolculuktan sonra Allah ile bilen kişidir. Arayışın hedefi, nefsi aradan çıkarmak ve Hakk'ın, kendisi vasıtasıyla kendini bilmesine araç olmaktır.
Ferîdüddin Attar'ın dediği gibi: "Hacı, hac yolculuğu ve Yol, benlikten Benliğe bir seyahatten başka bir şey değildir."
Tasavvufun hedefi, manevî hakikatlerin doğrudan müşahedesinde, kişinin bütün varlığı ile, kesreti vahdet içinde cem etmektir; yani benliğin bütün yönlerinin bir merkez içinde birleştirilmesiyle aynı anda, varoluşu aşan niteliksel birliği bilme noktasına ulaşmaktır.
Yolculuk, kişinin içinde boğulduğu maddî dünyadan çekilmesi ile başlar. 'Birlikte çokluk'tan 'çoklukta birlik'e gitmek için kişi önce nefsini öldürmelidir; bu, biyolojik bir ölümden çok manevî bir ölümdür, burada nefis ölür ve ölerek dönüştürülür, daha sonra bu maddî aleme geri döner.
Bu anda nefsin çokluğu (duyusal ve psişik güçler) ortadan kalkar ve Birliğin ruyeti, boşalmış nefsi doldurur. Bu ise Allah, Vahdaniyetinde (oneness) görülünce olur. Sonra kesret bilincine dönüldüğünde Ruh bütün nesnelere döner.