Büyükşehirlerimizin parklarında, meydanlarında, sokaklarında bir yürüyüşe çıkın. Aristoteles'in hangi anıtını bulacaksınız? Ya da Paine'in? Veya Spinoza'nın? Hayır; bu alanlar maymundan şimdiki halimize ulaşana dek bir elinde kılıçla hepimizi katliamlara sürüklemiş yarı tanrılara adanmıştır. İspanya ile yaptığımız son savaşın ardından şüphesiz ki, hem İspanya'da hem de burada kalan son bir kaç boş yer, bindikleri atlarından kanlı elleriyle selam veren heykellerle doldurularak, insanoğlunun zihni için yapılan savaşta alınan bu vahşice zaferi, bronzun ebediyetinde ölümsüzleştirecektir.
İnsan hayatının kutsallığı sosyal bir tasavvurdur. Doğayla iç içe yaşayan ilkel insan hemcinslerini öldürürken vicdan azabı yaşamıyordu. Teorik olarak benim vicdan azabı hissetmemem gerekiyor. Ama gelin görün ki hissediyorum. Sorulması gereken şu: Bunu hissetmemi sağlayan sebep ne? Medeniyete varan Bu evrim süreci, beyin hücrelerimizin içine bu tasavvuru mu yerleştirdi? Yoksa henüz özgür düşünen biri haline gelmeden önce, çocukluğum ve ergenliğim esnasında aldığım eğitimin bir neticesi mi bu? Veya bu saydıklarımin ikisi de buna yol açmış olabilir mi?
İnsan hayatının hiçbir önemi yoktur; varsa da bu, şu kadarcık bile değildir. Hayat! Hayatlarımız olsa olsa sosyal evrim isimli oyunun piyonudur en fazla.