Anlatılanlara göre Yahya Kemâl Paris'ten İstanbul'a geldiğinde Osmanlı kültürüne karşı soğuk durmakta ve tekrar Paris'e dönmeyi düşünmektedir. Ancak yakın çevresi buna karşı çıkıp onu İstanbul'da tutmak istemiş ve bir akşam Yahya Kemâl'i Tanburî Cemil Bey'le tanıştırmışlardır. Cevizlikte Şevket Bey'in köşkünde yapılan meşkte ilk defa Tanburî Cemil'i dinleyen Yahya Kemâl, 'O gece önümde bir kapı açıldı ve kendi kültürümüzün dünyasına işte bu kapıdan girdim.' demektedir.
"Anlatılanlara göre Yahya Kemâl Paris'ten İstanbul'a geldiğinde Osmanlı kültürüne karşı soğuk durmakta ve tekrar Paris'e dönmeyi düşünmektedir. Ancak yakın çevresi buna karşı çıkıp onu İstanbul'da tutmak istemiş ve bir akşam Yahya Kemâl'i Tanburî Cemil Bey'le tanıştırmışlardır.
Cevizlikte Şevket Bey'in köşkünde yapılan meşkte ilk defa Tanburî Cemil'i dinleyen Yahya Kemâl, 'O gece önümde bir kapı açıldı ve kendi kültürümüzün dünyasına işte bu kapıdan girdim.' demektedir."
"Yahya Kemâl en az bir bestekâr veya icracı kadar bizim müziğimizin ayrılmaz bir parçasıydı ve eğer edebiyatçı olmayıp müzikle uğraşsaydı muhakkak ki sanat değeri yüksek eserler bestelerdi."
Necip Fazıl'ın çok güzel bir sözü vardı. Üstad, "ölenlerle kalanların birbirinden farkı yok, mademki biri yaşadığı halde yok olabiliyor, öbürü de yok olduğu halde yaşayabilir." diyordu.
"Cemil kutuptu. 1871-1916 yılları arasında yaşamış, adeta klâsik tanbur ekolünü yıkarak ortaya bambaşka bir icra şekli çıkarmış ve kısacık hayatında öyle işler yapmıştı ki kendinden sonra gelen müzisyenlerin çoğu onun peşinden gitmişlerdi."
"Kendini piyasa diye isimlendirdiğimiz çevreye karşı koruyan, her yerde çalınmayan, kuralları olan ve bu kuralların çizdiği çerçevenin dışına çıkmayı pek fazla sevmeyen tanbur, sahibini de istediğini yöne sürükler."