Bruno Schulz, Polonya edebiyatının en başarılı yazarlarından. Resim yeteneği sayesinde Naziler tarafından “faydalı yahudi” statüsüne getirilen yazar 1942 yılında yine bir Nazi subayı tarafından öldürülüyor.
1934 yılında yayımlanan Tarçın Dükkânları, romana öykünen birbiriyle bağlantılı öykülerden oluşuyor. Dikkatli okunduğunda anlatıların kutsal kitaplardaki metinlerden beslendiği anlaşılıyor. Çocuk Jozef'in
dilinden babası, annesi hizmetçileri Adela etrafında dönen ve zaman zaman büyülü gerçeklik çizgisinde yaşanan anılar, çocukluktaki düşlere yaslanıyor. Öykülerdeki zamanın eğilip bükülmesi yazıldığı dönem hesaba katıldığında eseri bir adım daha öne çıkarıyor. Varoluşçuluğun temel konularını ele alan yazar, ölüm, yalnızlık, korku, aşk, gibi mefhumları lirik bir dille yazıya döküyor.
Kitap arkasında yazdığı gibi “ Proust ile karşılaştırılıp Kafka’nın Lehçedeki ruh ikizi olarak da anılan Schulz'un öyküleri, yirminci yüzyılın en yetenekli ve etkili yazarlarından birinin gerçeküstücü üslubunu da gözler önüne seriyor.”
Tarçın Dükkânlarını okumadan önce Murat Gülsoy ve Ayfer Tunç’un Diyalog’taki derinlikli değerlendirmelerini dinlemenizi tavsiye ediyorum. Ayrıca kitaba ait sanatsal bir film de bulunuyor.
“Çünkü kitaplar genellikle göktaşlarına benzerler. Her birinin bir Feniks kuşu örneği her taraftan tutuşarak çığlık çığlığa fırladığı anlar vardır. Hemen sonra küle dönüşseler de biz onlara işte bu tek an için vurgunuzdur. Bazen geç vakit, içlerindeki ölü düşünceleri tahta tespih taneleri gibi çekerek bu soğumuş sayfalardaki acı bir vazgeçmeyle dolaşırız.”s.123