Türkiye'de Asker ve Siyaset sözleri ve alıntılarını, Türkiye'de Asker ve Siyaset kitap alıntılarını, Türkiye'de Asker ve Siyaset en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İttihatçılar hükümdarın hareketlerini Şurayı Devlet ve bakanlıklar gibi bir takım mekanizmalarla, özellikle de sadrazam Kamil Paşa aracılığıyla denetlemeyi yeğliyordu. Abdülhamid saltanatının geri kalan yılı boyunca devlet işlerini yöneten Kamil Paşa, özel olarak bir mali reformlar programı geliştirdi ve Ağustos 1908 yılında zorunlu askerlik getirdi. Yasaya göre, Müslüman olmayanlar da askere çağrılacak ve azınlıkların askerlik yapmamak icin ödediği vergi kaldırılacaktı. Kamil Paşa bu yeni askerlik ilkesine ek olarak, Abdülhamid tarafından kurulmuş eski küçük bakanlıkları, özellikle de sağlık ve levazım bakanlıklarını örgütlü bakanlıklara dönüştürdü, ardından da ifade ve cemiyet kurma özgürlüklerini genişletti. Bu şekilde sadrazam yeni bir meclis seçiminin işaretini veriyordu. Bu da, tamı tamına otuz iki yıldır ilk kez yapılacaktı.
Asker sen kimsin?
SEN TÜRKSÜN! Yeryüzünün en ulu milletindensin: Sana anlatacağımız (tarih) denilen yazılar ortada yokken senin milletin doğdu; kanı temiz, yüreği yılmaz, gözüpek yeryüzüne geldi. On binlerce yıl öyle yaşadın; yine öyle yaşayacaksın; senin dedelerinin, ninelerinin çok önce kurduğu yurtlar şenlikte yeryüzünün cenneti oldular. Bil ki başka milletlerin görgüde, yapkıda ilk örneği desteği, öğütçüsü senin milettin BÜYÜK TÜRK MİLLETİDİR.
SEN TÜRKSÜN! On iki bin yıl evvelinde yeryüzünün başka milletleri mağaralarda, taş kovuklarında yaban adamları gibi yaşarken senin dedelerin ORTA ASYA denilen anayurdunun göbeğinde kurdukları şehirlerde yaşar, altın başlı kargısı, gümüş bezeli terkisi ile ağızlar sulandırır, gözler kamaştırırdı . Yer yüzüne şenliği, medeniyeti senin ataların verdi. Atı dağdan indirip kuzu gibi yapan üstüne binip dağlar aşan ve taş kovuklarına sinmiş başka milletleri kendisine şaşkın şaşkın baktıran senin milletin büyük Türk milletidir. SEN TÜRKSÜN! Yer yüzünün her zaman var ve var olacaken yüce milletinin eğilmez, bükülmez aslan yürekli oğlusun. Senin kolunu bükecek, başını eğdirecek başka millet yoktur. İlk önce bunu böyle bil ve milletinin anlatacağımız alnı açık tarihini belleyerek başını dik yüreğini pek tut. Türk yurdunun, Türk benliğinin düşmanlarına kıl kadar boyun eğme!...
27 Mayıs 1960 müdahalesiyle 12 Eylül 1980'teki müdahale arasında kısa bir karşılaştırma yapmaya kalkarsak, bu iki sinin birbirinden farklı olduğunu görürüz: 12 Eylül'ün ertesinde askeri kurumun içinde iç bölünmeler patlak vermedi; dikkat çekici boyutlarda disiplinsizliklere yol açan 27 Mayıs 1960 müdahalesinin tersine askeri hiyerarşiye gerçekten uyulduğu gözleniyordu. Bu yüzden, 1960 müdahalesi üst ve alt rütbeli subayların gi rişimleriyle Genelkurmay'a karşı gerçekleştirilmişken, 1980 darbesi doğrudan Genelkurmay'ın bir eylemi olarak ortaya çıkmıştı.
1960'ta kapatılan Demokrat Parti'nin mirasçısı Adalet Partisi (AP) on yıl sonra gerçekte solu hedef alan 1971 muhtırasından en çok yararlanan partidir. Aynı şekilde, 60'lı ve 70'li yıllarda "anarşi"ye karşı yürüttükleri mücadelede askerlere en büyük desteği yine aynı parti verir. Yirmi yıl sonra, 1997'de, bu kez 1995'te Sandıkta kaybeden merkez partiler. (sağ ve sol) Necmetton Erbakan'ın Refah Partisi'nin temsil ettiği "İslamcı tehlike"yi ortadan kaldırmaları için, laiklerine bel bağladıkları askerlere başvururlar.
1880'li yılların sonundan başlayarak bürokratlar, öğretim üyeleri, doktorlar, avukatlar, yazarlar gibi bazı sivil çevrelerin desteğini alan küçük, gizli askeri gruplar oluşmaya başladı ve bunlar sonunda "Jön Türkler" olarak anılmaya başladı.
"Kısaca sol, Silahlı Kuvvetler üzerinde çalışmalarını artırmıştır. Sol, Silahlı Kuvvetler'i ele alıp, devleti ele geçirmek istemektedir. Bugün bütün gözler, Silahlı Kuvvetler üzerine dikilmiştir. Orduyu otorite ortami içinde tutmamız gerek.
Memduh Tağmaç-MGK toplantısı
Bir darbe olmasını elbette istemezdik. Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki eğer askeri rejim altındaki bu geçiş dönemi olmasaydı ekonomiyi ayına oturt m ak ve 24 Ocak kararlarını uygulamak çok güç olurdu.
1968'de, Deniz Harp Okulu öğrencilerinden birkaçı gösteri düzenleyip "Devrim düşmanlarının yaşamaya hakkı yoktur" diye slogan attılar. 26 Ekim 1971'de, yine Deniz Kuvvetleri'nde, ordudan uzaklaştırılan beş subay gazetecilere şunları söylemekteydi: "Üniformamız bundan böyle işçinin, köylünün üniformasıdır, kışlamız da tüm Anadolu olacaktır." Bu noktada, ordunun alt kademelerinde varlık gösteren bu sol tandanslı oluşumlara askeri hiyerarşinin en tepesinde bile rastlandığını söylemek yerinde olacaktır, özelliklede o dönemde çok etkili olan iki kişinin çevresinde: Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur.
Pazar ekonomisinin büyüdüğü ve ekono minin gelişme gösterdiği bir süreçte meydana geliyordu. Türk lirasının uluslararası piyasalarda değiştirilebilir hale gelmesiyle liberalizm politikaları ve ekonominin dışa açılım süreci gerçekten de başarılı olmuştu, ancak bunun toplumsal bedeli çok yüksekti . İhraç mallarının maliyetinin düşürülmesi amacıyla sendikacılığın geriletilmesi, grevlerin yasaklanması, fiyatların serbest bırakılması ve ücretlerin hemen hemen tamamıyla dondurulması, reel ücretlerde ve alım gücünde büyük bir düşüşe neden olmuştu.
4 Ağustos 1993' te, o dönem DYP Genel Başkanı olan Başbakan Tansu Çiller, kurum içindeki teamüllerin tersine, Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu'yla pek anlaşamayan Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in görev süresini uzatmış, aynı yılın 30 Ağustos'unda, normal olarak Genelkurmay Başkanlığı'na atanması gereken Fisunoğlu yaş haddi nedeniyle emekliye ayrılmıştır. Doğan Güreş ise askeri kariyerinden sonra, 1995 seçimlerinde DYP sırala rından Meclis'e girdi.
60'lı yılların ikinci yarısında kitlesel siyasallaşmanın çığ gibi büyümesi ve hak talebinde bulunan toplumsal hareketlerin önlenemez yükseli şiyle şekillenen siyasal atmosfer bu açıdan bakıldığında Süleyman Demirel'le 1969 Mart'ından beri yeni Genelkurmay Başkanı olan Memduh Tağ maç arasında elverişli bir mutabakat ortamı yaratmışh. Tağmaç'a göre, büyüyen siyasal çalkantılar solun ileri sürdüğü gibi Anayasa' da öngörülen reformların ertelenmesinden değil de 1961 Anayasası'nın getirdiği fazla özgürlükçü düzenden kaynaklanmaktaydı. Bu anayasa sonradan, 12 Mart 1971 muht ı rasının ardından, teknokrat Başbakan Nihat Erim taraf ından "lüks" olarak tanımlandı. "Toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı" diyen Memduh Tağmaç, ardından da yürütmenin gücünün artırılması için idari ve anayasal çerçevede değişiklikler yapılması gerektiğini ileri sürüyordu: "Yapılacak ilk iş, düşünce ve eylem özgürlüklerini kısıtlayacak, gerekirse yürürlükten kaldıracak şekilde gerekli adli, idari ve anayasal değişliklerin gerçekleştirilmesidir
Örneğin Batı 'da şiddetli toplumsal bölünmeler sınıfsal anlamda "sağlam yatay dayanışmalar" yaratırken, Türkiye'de toplumsal ilişkilerin bireysel derinliğinin zayıflığından ötürü, siyaset oyununun kurallarının yeniden tanımlanmasına neden olan "dikey dayanışmalar ve kayırma oyunları"nı güçlendirmiş ve bir anlamda siyasal kayırmacılık daha yukarı da tanımlanan Batılı parti taraftarlığı oyununun yerini almıştır.
1980-1983 arası dönemdeki askeri rejim yönetiminde yürürlüğe konan bu ekonomi modelinin sonuçlan ilk bakışta başarılı görünür. 1980'de %100'ü aşan enflasyon 1981'de % 33,9'a, 1983'te de % 31,4'e düştü. Türk lirasının % 40 oranında değer kaybetmesiyle desteklenen dış satım 198p'deki 2,9 milyar dolarlık gelirden 1981'de 4,7 milyara, sonra da 1983'te 5,7 milyar dolara tırmandı.' Ayrıca Türk sanayisi Yakındoğu ve komşu ülkeler başta olmak üzere dış pazarda dikkate değer bir başarı kazandı. Irak, Batı Almanya'nın önünde Türkiye'nin en önemli müşterisi haline geldi ve 1982'de sadece inşaat sektörü Türk şirketlerinin uzun vadeli ortaklık anlaşmalarıyla yerleştikleri Libya, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde 18 milyar dolarlık bir pazar elde etti. İzlenen deflasyoncu politikaya karşın, Türkiye' de 1982 yılında % 4'ten yüksek bir büyüme hızı izlendi ve 1979-1980'de iflasın sonunda olan ülke ekonomisi, faiziyle birlikte 20 milyar dolar düzeyindeki dış borçlarının vadeleriyle yeniden yüzle şebilir duruma geldi.
Genel anlamda kabul edildiği üzere, cunta "anarşinin sorumlulukları"na karşı yürüttüğü bu mücadelenin dışında, devlete ve topluma yeni bir yön ve düzen verme politikası izliyordu. Generaller kökten bir değişim tasarısıyla daha disiplinli, daha hiyerarşik bir toplum, sonsuz erk sahibi bir devlet tarafından denetlenecek siyasal bir rejim yaratmak istiyorlardı. Söz gelimi, cunta İstanbul'u Avrupa'ya bağlayan yol üzerindeki binaların dış cephelerinin beyaza boyanması zorunluluğu getirmiş, ayrıca dolmuşların, minibüslerin ve otobüslerin üstünde ve içinde her türlü yazı ve süsü yasaklamıştı. Aynı şekilde memurlara bıyık yasaklanıp kravat takmak şart koşulmuştu, kadın meslektaşları ise artık pantolon giyemeyeceklerdi
"Yeni Türkiye'nin ekonomi politikasi diğer üllkelerde uygulananların bir benzeri olamaz. Tarihimizle, ihtiyaç ve zihni yapımızla uyumlu bir ekonomi politikası oluşturmalıyız. Siyasi düşünceler tarihindeki hiçbir ekole mensup değiliz. Ne bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, ne sosyalizm ne de komünizm. Tam tersine yeni bir ekonomik sistem inşa ediyoruz. Özel sektör ve Devlet ekonomik yapıyı canlandırma sorumluluğunu beraber üstlenmelidir. Bankacılık ve ağır sanayi Devlet tarafından idare edilmelidir. Kısacası bazı alanlar devletin sorumluluğu altına girerken, diğerleri özel sektore bırakılacaktır."