Üç Medeniyet

Ahmet Ağaoğlu

Üç Medeniyet Posts

You can find Üç Medeniyet books, Üç Medeniyet quotes and quotes, Üç Medeniyet authors, Üç Medeniyet reviews and reviews on 1000Kitap.
Yine tekrar ediyoruz: Bu deveyi ya bu diyarda güdeceğiz veya bu diyarı terk edeceğiz. Ya çağa uyarak müesseselerini olduğu gibi, kalıpları ve ruhları ile kabul edip uygulayacağız veya bunu yapamayarak mahvolmaya razı olacağız.
Sultan Vahdeddin hükümeti, İngiliz Miralayı Maxwell'in emri ile, Ermenilere her İslam ve Türk evine girerek şüpheli gördükleri kızları alabilmek için bir belge verdiği ve bu yüzden birçok İslam kızlarının din ve bekaretlerine tecavüz olunduğu halde, Alman milleti ve hükümeti yüzlerce milyar tazminatı, bütün harp ve ticaret filosunun yok edilmesini ve diğer müthiş şartları kabullenmesine rağmen, evladından bir tek adamın düşmanlara teslimine razı olamıyor. Kısacası, bu gibi yüzümüzü kızartacak yüzlerce misal gösterilebilir. Bizde hak ve hukuk endişesinden eser bile görülmüyor. Eskisi gibi zorbalar hüküm sürmekte ve halk da ona tahammül eylemektedir. Bugünkü çağdaş milletlerde, çağdaş hukuk anlayışı ile mücehhez olan cemiyetlerde bu rezaletlerin milyonda birisinin olması ihtimali bile yoktur.
Reklam
Devlet ne padişahtır ve ne de hükümet, XIV. Louis'nin "devlet benim" dediği zamanlar çoktan geçmiştir. O prensip Fransa' ya büyük bir inkılap pahasına malolduğu gibi, bizim için de müthiş felaketlere sebep oldu. Devlet millettir, devleti kuran unsurdur.
Osmanlı devlet adamlarının ikinci ve daha büyük hataları, devletin kurucu unsuruna, devlette özel bir yer vermemeleriydi: Birçok milletlerden kurulan devletlerin hepsinde, daima iki çeşit kuvvet kendi kendine meydana gelir: Birisi merkeze yönelen, öteki devletçi olmayan. Osmanlı Devleti'nde merkeze yönelen unsur Türk'tü. Merkezden uzaklaşan unsurlar da diğerleriydi. Şu halde, Osmanlı büyükleri bu gerçeği dikkate alarak ona göre hareket etmeliydiler. Daima Türk unsurunu kuvvetlendirmeye çalışmalıydılar. Onun bilgisinin, fenninin, ekonomik durumun üstünlüğünü sağlamalıydılar. Çünkü devlet tabiatıyla kuvvetini daima bundan alacaktır. Zor zamanlarda daima buna başvuracaktı. Zaten Türk, devletçi ve merkeze yönelmiş olduğundan, devletin esasını, temelini teşkil ediyordu ve devleti müşkül durumlara sokmaktan sakınacaktı. Fakat Osmanlı devlet adamları, Fatih' ten sonra, bu prensibin tamamıyla aksine hareket etmiş bulundular. Onların faaliyet merkezleri Anadolu olacaktı. özellikle Anadolu'nun gelişmesine çalışacaklardı. Fakat tamamıyla aksini yaptılar; İstanbul daima kuvvetini Anadolu' dan aldığı, oraya dayandığı halde Anadolu'yu tamamıyla unuttu, ihmal etti. Zaten pek az düşünülen şehircilik hususunda Anadolu asla hatıra gelmedi. Türk, bol bol canını devlete feda ettiği gibi, ekonomisini, bilgisini, irfanını, sanayisini de feda etti. Bu suretle devletin kurucusu bulunan ırk, gittikçe zayıfladı ve nihayet devleti eski büyüklük ve ihtişamı ile ayakta tutamayacak bir hale geldi, devlet düşmeye başladı.
Çeşitli milletlerin teşkil ettiği bir devleti iyi idare etmek, zaptedilmiş toprakları kazanmak değildir. Olsa olsa, o yerler üzerinde asayişi ve inzibatı sağlamaktan, ticaret ve sanayi geliştirmekten ibarettir. Fakat kalpleri, dimağları kazanmış olmak değildir. Halbuki devlet adamlarının en önde gelen vazifeleri, bu kalp ve dimağları kazanarak, değişik milletleri birbirine yaklaştırarak, onların kaynaşmasını sağlamaktan ibaret olabilir. Asıl devlet meselesi halkın hislerinde, emellerinde ve isteklerinde birlik meydana getirmektir. Bu hususta Arap ve Acem devlet adamları, hiç şüphe yoktur ki, bizimkilerden daha basiretli hareket etmişlerdir. Pek az bir zaman içinde Araplar, fethettikleri yerlerin hepsinde şaşılacak bir birlik meydana getirdiler. Osmanlı büyükleri ise, sanki kasten takip ettikleri usul ile, milletler arasındaki ayrılıkları devam ettirdiler
Devlette tek yaşayan ve esaslı olan unsur, devleti doğuran millettir. Bundan dolayı, devletin de tek tabii adı, o milletin adı olsa gerektir.
Reklam
İstibdadın maddi timsalini attık. Bir de onun manevi timsallerini atalım. Meyhanelerin pis ve murdar köşelerinde sarhoş ve harap olmaktansa, operaların, tiyatroların o aydın salonlarında vakit geçirsek, daha iyi olmaz mı? Türk göğsüne Bizans kiliselerinden gelen alçatıcı inlemelerden ziyade, Wagner'lerin gürlemeleri daha uygun değil midir? Yörük Ali'ye Rum kızının göbek atmalarından ziyade, Batı polka ve mazurkası daha ziyade yakışmaz mı?
Ta ilk çağlardan beri Doğu'da devlet kavramı çok tuhaf bir manada anlaşılmıştır. Devlet hükümetle karıştırılmıştır, ikisi güya aynı manayı taşır gibi kabul olunmuştur. Hele Türklerde bu zihniyet daha ileri götürülmüştür.
Her ne kadar dinimiz Cuma namazının cemaatle kılınmasını bir vazife ve başka namazların da yine cemaatle kılınmasını sevap saymışsa da, bugün bu emirlere itaat eden müminler ve beş vakit namaz kılanlar bile az kalmıştır. Bu suretle, her ne kadar biz görünüşte mutaassıp sayılıyorsak da, gerçekte din bizde çökmüştür ve artık ruhlarda ve kalplerde yaşamıyor, heyecan uyandırmıyor. Dini bu hale getiren ve camileri boşaltan, yine din emrini düzenlemek iddiasında bulunarak insanın ruh halinden tamamıyla habersiz olanlardır. Bunlar takdir edemiyorlar ki, insanları bir araya çeken başlıca amil, ya düşüncedir veya duygu. Halbuki düşünce ve duygu tamamıyla camiden kovulmuşlardır. Hutbe ve vaazlarımız, yüzyıllardan beri tekrarlanan ve halkça dili anlaşılmayan bilmecelerden ibaret, aynı nakarattır. Halkın manevi ve maddi ıstırap ve endişelerinin hiç birisini tatmin edecek mahiyette değildir. Ne zamanın ihtiyaçlarını giderir, ne meselelerini halleder, ne de insanda ebedi olarak yaşayan yüksek fikir ve ahlak ihtiyaçlarını tatmin eyler. Hutbeler, genellikle dinleyenlerin binde biri tarafından anlaşılmaz.
memnunlukla görüyoruz ki, çok karılılık adeti Türkler arasında hoş karşılanmamıştır. Türk içtimai vicdanı bu müesseseyi tutmadı ve tutmuyor. Türkler arasında tek karılılık hemen hemen genel kaide halindedir.
125 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.