Aramak kadar güzel bir şey var mı? Bulunca, büyü, derinlik, her şey yitip gidiyor. Okumak, aramak, direnmek, dinlemek, gülümsemek, platonik aşkları çoğaltmak… Aşk, ölüyor dokununca. Dokununca çoğalan aşklar var mı?
“Uyum kelimesi ürkütücüdür. Aşk bile uyum değildir. Uyum bana dinleri çağrıştırıyor. Uyum diye bir şey yoktur. Zıtların birliği ve mücadelesinde uyumun yeri nedir? Uyumdan neyi kastediyoruz? Cennet kavramı uyumun doruk noktasıdır.”
“İçlerindeki özgür eğilimleri, gizliliğin demir kurallarına göre düzenleyemiyorlar. Devrimin, disiplin ateşi olduğunu unutuyorlar. Görüşlerimi değil, kimliğimi merak ediyorlar. Sevemiyor, âşık oluyorlar; olunca da sevmenin normalliğini kendilerine doğru büküyorlar. İnsanı ve doğayı özgürleştiren tüm hareketlerin özünü ne derecede kavramışlar bilmiyorum.”
Bütün hiç’leri sevgi hanesine yazan Bektaş, kadının tüm bakışlarını, suskunluklarını, sözlerini, gülümseyişlerini, dalgınlıklarını, dinleme hassasiyetlerini yorum imbiğinden geçirdi. Acele etmeme, topraktaki tohuma çimlenme fırsatı tanıma eğilimi içine girdi.
Gelmiş geçmiş sevgililerini sorulmadıkça anlatmanın bir anlamı olmadığını düşündü. Defalarca okunan, akıldan çıkmayan güzel şiirler gibiydi geçmiş sevgiler.