"'Gizli ya da ortada' … ne kadar kuş varsa, günün birinde, kendi hükümdarlarını seçmek üzere toplanır. Aralarından biri -bilge Kral Süleyman'ın yanından hiç ayırmadığı, 'nerede su varsa gören, gösteren' Hüthüt-, bir hükümdar seçmek gerekmediğini, zaten bir hükümdarları olduğunu söyler: adı Simurg'dur, oturduğu yer de Kaf Dağı'dır; Kaf Dağ'ına çıkabilirlerse, görebilirler onu.
Kuşların birçoğu, Kaf Dağı'na götüren yolun çetin olduğunu, böyle bir uçuşa dayanamayacaklarını söyler, bağışlanmayı diler. Hüthüt diretir: isterlerse, böyle bir yolculuğu yapabileceklerini anlatır; örnekler vererek onları yüreklendirir. Böylece binlerce kuş yola koyulur.
Bir süre sonra kuşlar yorgunluk duymaya başlar, yorgunlukla birlikte de kuşku duymaya: ya hükümdarı görmezlerse yolun sonunda... Hüthüt, soru soran her kuşun sorularını yanıtlar, kuşkularını gidermelerine yardımcı olmaya çalışır. Ne var ki, yol çetin olduğu kadar uzundur da: vadi üstüne vadi aşmayı gerektirir.
Yorgunluğa dayanamayan, bir ağaca konuyor; açlığa dayanamayan yere iniyor. Sonunda binlerce kuştan kalan otuz kuş, karşılarında kocaman bir kapı görür. Kapıda duran çavuş, onları içeri almak istemez, geri dönmeleri gerektiğine onları inandırmaya çalışır; ama Hüthüt'ün diretmesi üzerine kapıyı açar, kuşları kocaman bir odaya alır.
Kuşlardan her biri, o odadaki tahtlardan birine oturunca, önünde bulduğu kağıtlarda, ayrıntılarıyla kendi serüvenlerini okur. Şaşakalır. Kuşların bu şaşkınlığı sürerken, 'Simurg geliyor' diyen bir ses duyulur. Ve otuz kuş başlarını kaldırıp baktıklarında, her biri karşısındaki aynada kendi yüzünü görür.."