"Yanımda olmadığı zamanlar ne kadar canlı olduğumu, onun için sorumluluk duymak zorunda olmayınca kendimi ne kadar özgür hissettiğimi, yasaklar koyarak değil ama suçluluk duyguları uyandırarak beni ne kadar kısıtladığını Jonas'a anlatamıyorum."
Kopuş. Hep yeniden yükselen acı dalgaları. Aralarda aldatıcı bir dinginlik, aniden bastırabilecek yeni bir nöbeti beklemek. Nöbetler karşısında savunmasızım, elim ayağım tutuluyor, bir hortuma kapılmış gibi içinde savruluyorum, ağlamayı, bağırmayı bile beceremiyorum. Sonra yine yüzeye çıkıyorum, sanki boğulacakmışım gibi soluklanmaya çalışıyorum. Önce sadece dakikaları, sonra saatleri düşünüyorum. Tek bugünü atlatsam. Saatleri tek tek yaşıyorum: ilk nöbetten sonra şöyle böyle başarıyorum. Artık yetti, artık ölmelisin diyen içgüdülerime karşı koymak, hayatta kalabilmek için çabalamaktan başka bir şeyle uğraşacak durumda değilim.
Yanlış film, yine aynı film bu, buradan çıkmak istiyorum.
Sonra bunun bizim için ne anlama geldiğini düşünüyoruz, sadece tecavüze uğrayanlar için değil, bütün kadınlar için. Artık geceleri sokağa yalnız çıkmıyoruz, çıkarsak da dosdoğru karşıya bakarak, yumruklarımız sıkılı, kıçımızı saklayarak koşar adım gidiyoruz.
Sallanma, dükkanlara bakma, erkek gördün mü etrafından dolan, arkanda adım sesleri duydun mu içine korku dolsun, karanlık sokaklara girmemek için yolunu değiştir, kimsenin yüzüne doğruca bakmamaya dikkat et, yanlışlıkla göz temasına girersen davet etmiş olursun.
Alışılmış gündelik korkular . Artık farkında bile değiliz, o kadar sıradan. Sorun başına gelip gelmemiş olması değil, sorun, her an başına gelebilecek bir toplumda yaşıyor olmamız, yasaların dışındayız biz.
Ayrımcılıklarla dolu bir dünya. Ama hiçbir yerde siyah ve beyazı ayıran tabelalar yok. Bu yüzden, doğru dürüst gözlemlemeye başlamadıkça ayrımcılığı fark etmiyorsun. .