En kurnazları olaylara adım uydurabilenler, başarıya ulaşıyor. Akıntıya karşı yüzmüyorlar. Böylece hep kârlı çıkıyorlar. Kazançlılar ama yaşamıyorlar. Kendileri yok ortada, akımın içinde eriyorlar, onun biçimini alıyorlar, kendi biçimleri yok. Kimi için yaşamak kolay, güdülmeleri yetiyor. Kayıyorlar. Ben, bense dağlar aşmak zorundayım, hiçbir zaman tırmanamadığım dağları. Olası olmayanı yapmak zorunluluğu duyan seçkin bir soyun insanıyım. Ne yazık ki bu soyun en miskinlerinden biriyim. Kımıldayamıyorum yerimden ve dağlar gittikçe yükseliyor gittikçe daha korkunç oluyor. Ben onlara gitmesem onlar bana gelecek. Şimdiden yerin sarsıntısını duyuyorum. Kayaların üstüme düştüklerini ve beni paramparça ettiklerini görüyorum. Biliyorum, herşeyden vazgeçerim ama kendimden vazgeçemem. Tam tersini yapabilmeli miydi?
Değil yaşamaya, yaşamlarına son vermeye bile yetmez güçleri. Kendilerini asmak isterler, ama ipi getirmeyi unutmuşlardır. Estragon’un pantolon askısını denerler ama askıyı çekiştirdiklerinde kopuverir.
Estragon ile Vladimir edilgin insanlardır. Eli kolu bağlı beklerler. Her şeyleri, tüm yaşamları, geleceğe, Godot’ya bağlıdır. Godot onları edilgenliğe sürükleyen bir umuttur, beklemenin simgesidir.