"Bizi huzursuz ve tatminsiz yapan vahşi bir içgüdü değil. Size ne olduğunu söyleyeyim; bizi böyle yapan insanoğlunun en yüce amacı. Büyüme ve ilerleme ihtiyacı... yeni şeyler bulma... yayılma. Yayılma, başka deneyimlere, başka yerlere ulaşma ihtiyacı. Anlama ve sürekli değişeceği biçimde yaşama ihtiyacı. Rutini ve tekrarı bir kenara itmek, anlamsız tekdüzelikten kendini kurtarmak ve ileriye atılmak. Sürekli hareket halinde olma ihtiyacı..."
Eleanor odanın ortasında duruyordu, bir ayağını kaldırıp duvara dayamış, dikkatle sandaletlerinin kayışlarını çözüyordu. Benteley şaşkın bir sessizlik içinde, huşu ve hayret içinde seyrederken Eleanor sandaletlerini ayağından çıkarıp attı, pantolonunun fermuarını açıp üzerinden çıkardı. Çıplak bilekleri bir anlığına lambanın ışığında parladı. Soluk, yanardöner baldırlar; manzara, Benteley ona yenik düşüp gözlerini kapatana kadar önünde dans etti. İnce çizgiler, ince kemikli, mermer gibi zarif bacaklar, ta dizlerine, iç çamaşırının başladığı noktaya kadar …
Sonra tökezleyerek aşağı iniyor, Eleanor da ona uzanıyordu. Nemli kollar, titreyen göğüsler ve koyu kırmızı göğüs uçları Benteley’in altında dolgun ve sertti. Eleanor’un soluğu kesildi ve ürperdi ve kollarını Benteley’ye doladı. Kafasındaki uğultu kontrolden çıkarken Benteley gözlerini kapadı ve huzurla kendini sağanağa teslim etti.
“Söylediklerimi tekrarla!” diye bağırdı Konklin. “Ali Babanın bir çiftliği var, çiftliğinde kuzuları var!”
Sinir krizinin eşiğinde bir sesle, “Kes şunu,” diye hırladı Groves. “Delirdin mi sen?”