vadideki zambak hakkında sayfalarca yazılıp konuşulabilir belki de ama içimde bu kitaba karşı o kadar duygu var ki nereden başlayacağımı bilemiyorum. öncelikle kitabı iki kez yarıda bıraktıktan sonra üçüncü kez okumaya başlamak benim için oldukça sancılı bir süreç oldu. özellikle ilk 60 sayfada, betimlemelerin, imgelerin içinde boğulduğum için kitap bir türlü akmadı fakat felix’in duyduğu aşkı gerçekten hissetmeye başladığımda bu aşkın nelere bedel olacağına dair olan merakım beni bir şekilde kitabın son sayfalarına itmeyi başardı.
felix muhteşem vadiye bakarken çoğu zaman onun yanından seyrettim o vadiyi, o vadideki zambağını, biricik aşkı henriette’yi “zambağım benim, düşüncemin okşadığı, ruhumun öptüğü güzel çiçeğim, insan biçiminde açmış bir çiçeksin sen.” diye severken sanki bu cümleler bana kuruluyormuşçasına heyecan ve merakla okudum kitabı.
belli bir bölüme kadar felix’in bu aşkıyla sarıp sarmalandım fakat bir yerden sonra gerçek aşkın aslında henriette’de yaşadığını fakat felix’e olan bu aşkını içinde bulunduğu hem annelik duygusundan hem de kocasının bitmek bilmeyen sorunlarından bir dost sevgisine, oğul sevgisine dönüştürmek zorunda kaldığına acı bir şekilde şahit oldum.
evet, zaman zaman uzun betimlemelerle boğuluyorsunuz ama balzac aşkı o kadar güzel betimliyor ki, sıradan olan bu aşka daha önce hiçbir yerde rastlamamış hissine kapılıyorsunuz. kitaba neden üçüncü kez başladığımı şimdi daha iyi anlıyorum, çünkü bu kesinlikle herhangi bir zaman diliminde açıp okunacak bir klasik değil. felix’in ruha duyduğu o aşkı sizde ruhunuzla hissetmediğiniz sürece kitabı bitirmek çok zor.