Yaşadığım bunca şeyden öğrendiğim şu var: Kendi
boşluğum bana yetmiyor. Çünkü boşluğumda ne kendimi,
ne bu koca evreni kurtaracak bir kelimem, ne de kalbimin
elinden beni kurtaracak bir yeteneğim var. İçimdeki bu
danışıklı yara gönül rızasıyla büyüyüp duruyor. Yoksa
bunca zamandır denediğim onlarca merhemin bir faydası
olurdu diye inanıyorum.
Bir gün anladım ki; ne gidenin geldiğine şahit olan bir kimse var, ne de kalanların özlemini gidereceği bir pazar.
Benim aynadaki karşılıksız yüzüm, işte bu gerçeği anladığı gün bir daha hiç iflah olmadı. Yalnızlığın İcadı'ydı, 1984.
Hiç gelmedi. Hiçbir zaman.
Hiç gelmeyecek! Bir gün anladım ki; ne gidenin geldiğine şahit olan bir kimse var,ne de kalanların özlemini gidereceği bir pazar..
En çok ölenlere armağan edilen iyi niyetin ve temennilerin
yokluğu başımı döndürüp duruyor. “Biri” diyorum, biri
gelsin ve dünya sona erene dek beni bağlasın, bağışlasın
beni. Artık kaybolduğum hizamı bile bulmakta güçlük çekiyorum.
İnsanı, bulunduğu yere yabancılaştıran o yere dahil olmamasıdır. İnsanın hazzetmediği şarkılar, dahil olmadığı melodilerdir ve insan dahil olmadığı kalabalıklardan kaçar..
Babalarını erken yaşta kaybetmiş çocukların gövdesi
ancak bir boşluğa katkı yapar. Annelerini erken yaşta
kaybetmiş çocukların gövdeleri ise, o boşluğun kendisi
olmuştur.
Babamı kaybettiğim gün, yeryüzündeki boşluğa katkı
yapacağımı hiç aklıma getirmemiştim. O yaşlarda ne
boşluğun hangi anlama geldiğini bilebiliyordum, ne de
yeryüzünün, sazları kıran adamlar tarafından oluşturul-
duğunu. Ölümün, şimdilerde hiç şarkı ezberlemeden
gösteriye çıkmış bir orkestraya benzediğini gecikmiş de
olsa fark ettim. O zamanlar ise ölüm, benim için şehir-
lerarası çalışan tramvayları anımsatıyordu. Ölüyorlar ve
sonra biraz geç de olsa geri dönüyorlar.
İnsanı, bulunduğu yere yabancılaştıran o yere dahil olmamasıdır. İnsanın hazzetmediği şarkılar, dahil olmadığı melodilerdir ve insan dahil olmadığı kalabalıklardan kaçar.