Kristin Hannah, romanlarında insan ruhunun en kırılgan köşelerini irdeleyerek karakterlerin iç dünyasına ustalıkla ayna tutan bir yazar. Bunu artık iyice anlamış bulunuyorum. Eserlerinde işlediği konular genellikle aynı çizgide ilerliyor ve fazla değişkenlik göstermiyor, ancak bunun bir sorun teşkil etmediğini de belirteyim. Hangi kitabını okursanız okuyun, satırların arasına değerli bir mücevher gibi gizlenmiş bir ana fikir olduğunu fark ediyorsunuz ve Hannah'nın samimi üslubu sayesinde karakterlerin sevincine, üzüntüsüne ortak olurken buluyorsunuz kendinizi. İşte bu yüzden benzer temaları okumak, sıkıcı olmaktan çıkıp bilakis keyifli bir hale geliyor. Okuyucu, eline kazma kürek alıp sayfaları çevire çevire kitabın derinliklerine nüfuz etmeye, yazarın kendi elleriyle oraya yerleştirdiği hazineyi - vermek istediği mesajı- bulup çıkarmaya çabalıyor çünkü. Söz konusu bu mesaj da genellikle aşk, aile, arkadaşlık ilişkileri, evlilik ve evlilikte karşılaşılan zorluklar gibi konularla ilgili oluyor. Fakat anlatılmak istenen şey ne olursa olsun, Kristin Hannah insan kalbinin en derin sırlarını gün yüzüne çıkarmayı asla ihmal etmiyor.