"Güneş o kendini bildi bileli aynı sudan doğup aynı dağdan batıyordu ama insan çoğaldıkça, eyledikçe, dalıp çıktığı sular, rotasına uyduğu rüzgâr tamamen değişmişti. Bir gün Şuri'nin gagasını sürttüğü, gölgesini, kurdunu sevdiği koca ağaç yerinden oynuyor, bir başka gün sivri dişli makineler tepesinde homurdanıyordu. Bu öğütüş o kadar hızlıydı ki yaşamın sulardan kanatlara vardığı sükûn kaosunun tanığı canlılar için neredeyse bir andı. Her şey değişivermişti; insan dünyaya dört elle tutunup dağları, suları tersyüz etti, değmedik yer, ellenmedik şey bırakmadı. Sonunda adım atmadığı yerde dahi parmak izleri. Hayatın dışına çıktı ve oraya kuruldu. Dünyada yıkımı, kuşbaşıyla yalnızca bir an."
Kelimeler öyle farklı yer edinmiş ki cümlelerinde yazarın, hem düşünerek hem de hissederek okudum. Akışı takip etmek zordu yine de güzel bir deneyimdi. Kalbimi sızlatan tespitlerle karşılaştım bazı yerlerinde.
"Kapatıldığı odadaki ahşap sandalyenin sessizliğini hiç unutmadı, toprağa karışan talaşın bile mırıldandığına şahitken bir sandalye nasıl susar?"