d

Din ve Tarih

0 üye
İslam'ın eşitlikçi bir din olduğu sıklıkla söylenir. Bu yargının doğ­ruluk payı yüksektir. Eğer gelişim çağında etrafında yer alan top­lumlarla -doğuda İran' ın tabakalı feodalizmi ve Hindistan' ın kast sistemi, batıda ise hem Bizans'ın hem de Latin Avrupa'nın ayrıca­lıklı aristokrasileri- İslamiyet'i kıyaslarsak İslam sistemi elbette ki bir eşitlik mesajı getirmiş olur. İslam, böylesi toplumsal ayrışım sistem­lerini sadece uygun bulmuyor değildi aynı zamanda açık ve kesin şekilde reddediyordu. Gelenek içerisinde korunmuş Peygamberin fiilleri ve söyledikleri, İslamiyet'in ilk yöneticilerinin muazzez tea­mülleri soy, aile, makam, zenginlik ve hatta ırkla yapılan ayrımcılığa çok şiddetli şekilde karşıdır ve makam ile şerefin sadece takva ve liyakatle belirleneceğinde ısrarcıdır.
Sayfa 97 - pdf
Elbette bir Müslüman, İslamiyet dışındaki dinleri "din" olarak görmez. Ancak insanların farklı inanç tercihine saygı göstermek de Müslümanca müsamahanın gereğidir. Çünkü İslam'da insan "hayatın merkezi" dir. Hayat insan için var edilmiştir. Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "Kâinat hayat için, hayat insan içindir".
Sayfa 73-74Kitabı okudu
Reklam
Çanakkale Zaferi neden "İmanın Zaferi” idi, neden günümüzde de böyle kabul edilmelidir? Bilindiği üzere müminler daima “Düşmanlarınız için gücünüz yettiğince kuvvetli hazırlıklar yapınız!" (Enfal, 8/60) emr-i ilâhisine uygun bir şekilde güçlü ve hazırlıklı olmalıdır. Sultan II. Abdülhamid de saltanatı yıllarında, düşmanların bu boğaza saldıracaklarını öngörerek Çanakkale'de yeni tabyalar inşa ettirmiş ve buraları devrin en gelişmiş silahları, toplarıyla donatarak tahkim ettirmiş, "devlet-i aliyyenin gücü yettiğince” kuvvetli hazırlıklar yaptırmıştı.
Kaçınılmaz şekilde seçkinler, çoğunluktan daha fazla kuşkucu olmaya yatkındılar. Zenginlikleri sayesinde tanrısal olana daha az ihtiyaç duymaktaydılar.
Bir keresinde, devletlerarası kongrelerden birinde idik. Bir Cezayirli ile bir Tunuslu'yu konuşurlarken gördüm. Fransızca konuşuyorlardı. Kendilerine şöyle latife ettim: "Yahu ben yanınızda Filistin müftüsüyüm; sizler iki Arapsınız: toplantımız, Arap devletlerinin meselelerini görüşme toplantısı ama sizler Fransızca konuşuyorsunuz. Bu nasıl iş?" 'Hocam, mazur görün,' dediler. Bizim kültürümüz Fransızcadır. Arapça avam lisanını konuşabiliyoruz. Fakat derin mevzuları ifadeye Arapçamız kafi gelmiyor. Fransızca konuşmaya mecbur oluyoruz. Böyle yetişmişiz..." 'Fransa, sizin ülkelerinizde ne kadar kaldı?' Yüz sene kadar... 'Peki, Osmanlılar kaç sene kaldı?" 'Dört yüz seneden fazla...' 'Acaba sizin dedeleriniz, babalarınız, sizin böyle Fransızca bildiginiz gibi Türkçe bilirler miydi?" 'Hayır..." Onlar böyle cevap verince, ben de artık fırsatı kaçırmadım, Yahu adamlar yüz senede size anadilinizi unutturmuş. Kendi lisanıyla konuşmaya mecbur hale getirmiş de, Osmanlı dört yüz senede sizi kendi dilini konuşmaya mecbur etmemiş. Üstelik kendi gençlerine Arapça öğretip sizin beldelerinize vali, kaymakam, kadı diye göndermiş. Bu devlet mi istilacı?" dedim." ALİ ULVİ KURUCU
Sayfa 141 - Timaş YayınlarıKitabı okudu
Ulubatlı Hasan adlı bir yeniçeri ise, 30 arkadaşı ile kaleye tırmanıyordu. Bizanslılar, sekizini ok ve top atışlarıyla vurmuş ise de 22 kişi surlara tırmandı ama kısa sürede ok ve top atışlarında yaralandı. Ulubatlı Hasan ise sancağı kaleye dikti. Ancak ok darbeleri ve açılan ateşlerle orada vefat etti. Söylediği son söz ise: "Allah'ım, bu sancağı buradan indirme!" idi. Bir yeniçeri müfrezesi, Ulubatlı Hasan'ın naaşını 2. Mehmed'in huzuruna getirir. Padişah, cenazeyi gözlerinden öperek: "Eğer Sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isteridim!" demiştir.
Sayfa 233Kitabı okudu
Reklam
85 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.