Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Tanrı'nın koyduğu hakikî dinin durumunun, diğer bütün dinlerden, mukayese edilemeyecek kadar iyi ölçülüp biçilmiş olduğu muhakkaktır.
İlâhiyatımıza saygı duyuyordum ve başka insanlar kadar cennete gitmekte benim de gözüm vardı; lâkin ona giden yolun cahillere, okumuşlardan daha az açık olmadığını ve ona götüren vahiy hakikatlerinin bizim akletme melekemizi aştığını öğrenmiş olarak o hakikatleri muhakememin zayıflığına tâbi kılmaya cüret etmedim ki onları incelemeye girişmek ve bunu başarmak için gökyüzünden olağanüstü bir destek almak ve insandan daha fazlası olmak gerekirdi.
Reklam
Amelî konularda olduğu gibi, nazarî konularda icma'ın, yakînî yolla gerçekleşemediği anlaşılmaktadır. Zîrâ herhangi bir asırdaki herhangi bir mes'elede icmâ; ancak o asır bizim bakımımızdan mahdûd olursa ve yine o asırda bulunan bütün ilim adamları bizim tarafımızdan bilinirse -şahıslarını ve sayılarının bilinmesini kastediyorum- ve o mes'elede her birinin görüşleri tevatür yolu ile bize nakledilebilirse, mümkün olur. Bunun yanı sıra o zamanda mevcûd olan bütün bilginlerin, şeriatta zahir ve bâtın diye bir şey olmadığı ve her mes'eledeki bilginin hiç kimseden gizlenmemesi gerektiği ve şeriatı bilmek konusunda bütün insanların yolunun (metodunun) aynı olduğu (hususu üzerinde) ittifak etmiş bulundukları bizim bakımımızdan doğrulanmalıdır.
Zîrâ şeriatın zahiri araştırılacak olursa; âlemin icâd edilmesi hususundaki haberlerle ilgili gelen âyetlerden açığa çıkıyor ki; (âlemin) sureti gerçekten muhdes (sonradan olma)dır. Ve varoluşun kendisi de zaman da iki taraftan (geçmiş-gelecek) süreklidir, kesintisizdir demek istiyo- rum. Şöyle ki; Allah Teâlâ'nın "Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Ve O'nun Arş'ı suyun üzerinde idi." (Hud ,7) buyruğunun zahiri; bu (evrenin) varoluş(un)dan önce bir varoluşu gerektirir ki bu, Ars(m) ve su(yun varoluşu)dur. Ve yine (bu âyetin zahiri)bu zamandan önce bir zamanı (n varoluşunu) gerektirir. Feleğin hareketinin sayısından ibaret olan bu varoluşun suretine bitişik (birlikte) olan (zaman)ı demek istiyorum. Allah Teâlâ'nın; "O gün yer başka bir yer ile değiştirilir. Gökler de." (İbrahim, 48) kavlinin zahiri; (âlemin) bu varoluş(un)dan sonra ikinci bir varoluşu gerektirmektedir. Ve Allah Teâlâ'nın, "Sonra göğe yöneldi ki o, duman halindeydi." (Fussilet, 11) kavlinin zahiri de, göklerin bir (başka) şeyden yaratılmış olmasını gerektirmektedir.
Sayfa 108Kitabı okudu
Varlık düşüncesini merkeze aldığımızda Ortaçağ'a odaklanmamız zorunlu gibi gözükse de, gerçekte onun geri planında ise Grek düşüncesi vardır. Platon ve Aristoteles'in 'İyi Fikri' ve 'Hareket etmeyen hareket ettirici düşüncesi ise, Varlık anlayışının eşgalini oluşturmaktaydı. Modern düşünce, bir yandan 'ilk neden', öte yandan da 'Varlık' fikrini bir araya getirirken, bu birleştirme işinde. Ortaçağ'ın iman ilkesini merkeze almasının aksine, aklı öne çıkardı. Dolayısıyla da, Varlık'ın 'ilk neden' oluşunu değil, 'ilk neden'in Varlık oluşunu izah etmeye çalıştı. Bir başka deyişle, 'düşündüğü için varolduğu' sonucuna ulaştı. Aynı şekilde Tanrı'nın Varlık oluşunu da, düşünen düşünce olmasına bağladı. Bu, aklın bütünüyle dinden ve teolojiden özgürleşmesi anlamına geliyordu.
Sayfa 172Kitabı okudu
Zaman dışı bir Tanrı görüşünde, insanın zaman algısı, değişme ve değişmezlik kıstasları belirginsizleşecektir. Değişimi sadece kendine göre anlayan insan için perspektivizm kaçınılmaz olacaktır.
Sayfa 139Kitabı okudu
Reklam
Tanrı, gerçekte zaman dışı bilgisiyle, tümel bir bilginin sahibidir.
Sayfa 177Kitabı okudu
J. Locke
Tanrı, mümkün olan bütün varlıkları bilen sonsuz bilgi sahibi, mümkün olan bütün varlıkları yaratan sonsuz güç sahibi, basit bir varlıktır. Ancak, onun nasıl bildiğini veya nasıl yarattığını insan bilemez. O'nun yaratmasının olduğu kadar bilmesinin de yolları insana kapalıdır. Eğer böyle olmamış olsaydı, onun Tanrı olduğu ya da bilme bakımından insandan mükemmel olduğuna hükmedilemezdi.
Sayfa 130Kitabı okudu
İbn Rüşd, dın ve felsefe arasında ilişkiyi araştırmaya başlarken, öncelikle felsefenin din bakımından durumunu belirlemek ister. Ona göre felsefe, var olanlara bakıp (değerlendirmek) ve (var olanların) Sâni'e (Tanrı'ya) delâletini" araştırmak olduğuna göre, İslam dini bakımından felsefe yapmak, vâcip veya mendûptur." Bu hususu, ayetlerin ışığında değerlendiren düşünür, "Şerîatın, var olanlara akıl ile bakmayı ve değerlendirmeyi (felsefe) vâcib kıldığını" ifade eder. Bundan sonra, Kur'ân'da yer alan: "Eybasîret sahipleri, ibret alın." (Haşr,3) ayetindeki (i'tibâr): “Göklerin ve yerin melekûtuna ve Allah'ın yarattığı şeylere bakmazlar mı?" (A'raf, 184) ayetindeki (nazar=bakma) ve "Onlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler." (Âl-i İmrân, 191) ayetindeki "düşünme" kelimelerinin, Arapçada ifade ettikleri anlamlardan hareketle, "bakıp değerlendirmenin (i'tibâr), bilinenden bilinmeyenin elde edilmesi olduğunu belirtmekte ve bunun da bir nevi kıyas olduğu neticesine varmaktadır.
Tanrı'nın geçmiş, şimdi ve geleceği 'tek bir şimdi'de görme şeklindedir. Değişim, insan bilgisi için geçerlidir. Oysa mükemmel bir varlık hakkında değişmeden bahsetmek, ona eksiklik atfetmek olacaktır.
Sayfa 138Kitabı okudu
300 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.