Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Derseniz ki: Bu konuda icmâ tasavvur edilmediği için, te'vil konusunda icma'ın yarılması (bozulması) tekſiri gerektirmedi- ğine göre, Ebu Nasr (el-Farabi) ve İbn Sina gibi İslâm milletinden filozoflar hakkında ne dersiniz? Zîrâ Ebu Hamid, Tehâfüt diye tanınan kitabında üç mes'elede o ikisinin tekfirine kesin hüküm vermiştir. (Bu üç mes'ele) âlemin kıdemi, Allah Teâlâ'nın cüz'iyyatı bilmeyeceği -ki O, bundan münezzehtir- ve cesetlerin haşri, öldükten sonra dirilmenin (meâd) hâlleri konusunda vârid olan (âyetlerin) te'vîlidir. Biz deriz ki: Onun (Ğazzâlî) bu konuda söylediklerinden açığa çıkan odur ki; bu hususta o ikisini tekfir etmesi kesin de- ğildir. Zîrâ o (Ğazzâlî) et-Tefrika (Faysal ü't-Tefrika Beyn'el-İslâm ve'z-Zendeka) isimli eserinde, icmâ'ı yarma (bozma)dan dolayı tekfir etmenin bir ihtimal (şeklinde) olduğunu belirtmiştir.
Amelî konularda olduğu gibi, nazarî konularda icma'ın, yakînî yolla gerçekleşemediği anlaşılmaktadır. Zîrâ herhangi bir asırdaki herhangi bir mes'elede icmâ; ancak o asır bizim bakımımızdan mahdûd olursa ve yine o asırda bulunan bütün ilim adamları bizim tarafımızdan bilinirse -şahıslarını ve sayılarının bilinmesini kastediyorum- ve o mes'elede her birinin görüşleri tevatür yolu ile bize nakledilebilirse, mümkün olur. Bunun yanı sıra o zamanda mevcûd olan bütün bilginlerin, şeriatta zahir ve bâtın diye bir şey olmadığı ve her mes'eledeki bilginin hiç kimseden gizlenmemesi gerektiği ve şeriatı bilmek konusunda bütün insanların yolunun (metodunun) aynı olduğu (hususu üzerinde) ittifak etmiş bulundukları bizim bakımımızdan doğrulanmalıdır.
Reklam
Amelî fazîleti gerektiren san'ata arız olan şeylerin, ilmî fazîleti gerektiren san'ata da arız olması uzak görülmez.
Doğal zekâ, ikincisi de şer'î adalet, ilmi ve ahlakı fazilettir bunlara bakıp değerlendirmekten nehyederse; şeriatın halkı Allah'ı bilmeye çağırdığı kapıdan insanları geri çevirmiş olur. Bu kapı; Allah'ı hakkıyla bilmeye götüren bakış (nazar) kapısıdır. Bu davranış ise bilgisizliğin zirvesi ve Allah'tan uzaklaşmanın son haddidir.
Bu (konunun mâhiyeti), böyle olunca; bizden önce geçmiş olan ümmetlerden birinde burhan şartlarının gerektirdiği tarzda varolan- larla ilgili bir araştırma (nazar) ve değerlendirmeye (i'tibár) rastlarsak, bu konuda onların söyledikleri ve kitaplarında kaydettikleri şeylere bakıp değerlendirme (yapmak) üzerimize vâcip olur. Onlardan (kaydettikleri ve söyledikleri o şeylerden) hakikata uygun olanları kabul eder, sevinç duyar ve bundan dolayı kendilerine teşekkür ederiz. Hakikata uygun olmayanlara gelince; onların üzerinde dikkatle durur, (başkalarını) ondan sakındırır ve kendilerini de (bu ko- nuda) ma'zûr sayarız.
İbn Rüşd
"Demek istiyorum ki: Hikmet, Şerîat'ın arkadaşı ve süt kardeşidir. Dolayısıyla her ikisi (din-felsefe) tabiatları itibariyle kardeş, cevherleri ve özleri itibariyle iki dosttur."
Reklam
Her ne kadar, din ile felsefe, aynı hakikatin iki farklı cephesini ifade etmekte ise de, bazen bu ikisi arasında çelişki görülebilir. Bu durumda, öncelikle, gerek din, gerekse felsefedeki doğruların ve yanlışların belirlenmesi konusunda insanların kapasitesinin gözden geçirilmesi gerekir. Zira doğruları tasdik konusunda, insanlar, farklı yapılara sahiptirler. Bir konuyu, kimileri burhâna dayanarak, kimileri diyalektik (cedelci) sözlerle, kimileri de retorik (hatâbî) ifadelerle tasdik ederler. Bu sebeple, İslam dini, insanların her üç yolla tasdik edebilmelerini sağlayacak ilkeler vazeder.
İbn Rüşd, dın ve felsefe arasında ilişkiyi araştırmaya başlarken, öncelikle felsefenin din bakımından durumunu belirlemek ister. Ona göre felsefe, var olanlara bakıp (değerlendirmek) ve (var olanların) Sâni'e (Tanrı'ya) delâletini" araştırmak olduğuna göre, İslam dini bakımından felsefe yapmak, vâcip veya mendûptur." Bu hususu, ayetlerin ışığında değerlendiren düşünür, "Şerîatın, var olanlara akıl ile bakmayı ve değerlendirmeyi (felsefe) vâcib kıldığını" ifade eder. Bundan sonra, Kur'ân'da yer alan: "Eybasîret sahipleri, ibret alın." (Haşr,3) ayetindeki (i'tibâr): “Göklerin ve yerin melekûtuna ve Allah'ın yarattığı şeylere bakmazlar mı?" (A'raf, 184) ayetindeki (nazar=bakma) ve "Onlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler." (Âl-i İmrân, 191) ayetindeki "düşünme" kelimelerinin, Arapçada ifade ettikleri anlamlardan hareketle, "bakıp değerlendirmenin (i'tibâr), bilinenden bilinmeyenin elde edilmesi olduğunu belirtmekte ve bunun da bir nevi kıyas olduğu neticesine varmaktadır.
Farabi
Din ve felsefenin kaynağı birdir ve bu, Faâl akıl'dır. Var olan tek hakikat, Faâl akıl'dançıkan ve coşan (feyz) gerçektir. İkisi arasındaki farklılık aynı kaynaktan çıkan bir tek hakikatin insanlara ulaştırma şeklinden kaynaklanmaktadır.
El-Kindî
Ona göre felsefe: "İnsanın takati ölçüsünde eşyayı hakikatleriyle bilmektir." Eşyayı hakikatleriyle bilmek demek, "Rubûbiyet ilmi, vahdâniyet ilmi, fazîlet ilmi, faydalı olan her şeyin ve (faydalı olan şeye) götüren şeylerin ilmidir. Zararlı olan her şeyden uzaklaşma ve kaçınma (ilmi) dir. Şu halde filozofun amacı, nazarı olarak hakikati bulmak, pratik olarak da bulduğu bu hakikati yaşamaktır.
300 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.