The Hunt (2012), toplumsal paranoya, suçlama ve varsa eğer bütün oksimoronluğuna rağmen toplumsal adalet sisteminin kırılganlığı üzerine olduğunu düşündüğüm bir dramdır. Film küçük bir topluluğun içine düştüğü önyargıların, mahalleyi kurtatmak adına veya temiz kalabilmek uğruna bir insanın hayatını nasıl yok edebileceğini gözler önüne seriyor. Film boyunca, özellikle de sonunda, doğal ve masum davranışlar bile insan şüphesinin pençesinde çözülüp yeniden şekilleniyor; böylece, masumiyetin kendisi dahi suç vehminin karanlık gölgesinden azade olamıyor.
Küçük bir kasabada anaokulu öğretmeni olan Lucas’ın hayatını merkezine alarak başlayan film, küçük bir kız çocuğunun Lucas'ı suçlamasıyla devam eder. Burada korku, şüphe ve günah keçisi belleyerek toplumu arındırma çabası gerçeğin önüne bir perde gibi çekilir; böylece, adaletin olağan akışını bozarak onun sağlıklı işlemesini kökünden baltalar. Nitekim Lucas'ın suçlu olup olmadığı gerçeği çoğu kasaba sakini için artık önemsiz hale gelir.
The Hunt, günümüz toplumunda giderek yayılan bir paranoyayı ele aldığı için bence oldukça önemli bir filmdir. Bu paranoya, çocuklarla yetişkinler arasındaki babacan sevginin, sahte bir "güvenlik" hissi uğruna feda edilmesine yol açarak, toplumda bir tür damgalama durumu yaratmaktadır. Sonuç olarak, bireylerin toplumda nasıl kolayca damgalanabileceğini, güvenlik arayışı içindeki bir toplumun masumiyet kavramını nasıl yok edebileceğini ve önyargının adaletin önüne nasıl geçebileceğini güçlü bir şekilde görürüz.