k

Kişisel gelişim - Edebiyat

0 member
Bilir misin ‘Kırık Cam Teorisi’ nedir?
“İlk camın kırılmasına müsaade etmeyeceksiniz. Ya da kırılan camı en kısa zamanda tamir edeceksiniz ki, diğerleri bundan cesaret alıp diğer camları kırmasınlar. Bu insan ilişkilerinde de öyledir. Siz hiçbir ortamın, hiçbir insanın ve hiçbir hayatın kırık camı değilsiniz…”
Hayatın İnce Tarafından Bakanlar
“Ah, kimselerin vakti yok, Durup ince şeyleri anlamaya..” Gülten Akın “Bir incelik gösterin, incinmesin yüreğim” Cahit Zarifoğlu “İnce düşünen insanlar, Hep daha çok incinir” Osho ve “Ben dünyadan ziyade kendi kafamın içinde Yaşayan bir insanım” diyen Sabahattin Ali de aynı incelikle görmüştür yaşadığı zamanı…
Reklam
Bilenleriniz vardır belki “Tolstoy’un Bisikleti” hikâyesini
“Yedi yaşındaki oğlu Vanichka’yı kaybeden Tolstoy acısıyla başa çıkmaya çalışıyordu. O dönemde Moskova Bisiklet Sevenler Derneği ünlü yazara bir bisiklet hediye etmiş. Eşi Sonya’nın endişeli bakışlarıyla, düşe kalka 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğrenen Tolstoy, oğlunun acısını böyle hafifletmiş ve artık her yere bisikletiyle gitmeye başlamış. Bu olayın sonunda ‘Tolstoy’un Bisikleti’ kavramı ortaya çıkmış.. Biz buna hayata bağlılık diyoruz. Ne olursa olsun hayata bağlı insanlar bahanelerin arkasına saklanmaz. Konfor alanının dışına çıkar, harekete geçer, bir şeyleri değiştirmek, geliştirmek, başarmak için çabalar. Yaşamla bağı kopmuş insanların ise dilinden sadece şu cümle dökülür: ‘Geç kaldım’.. Tolstoy’u 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğreten, Kemal Sunal’ı bile 50 yaşında diploma aldıran hayatta, sahi sen bir şeylere geç mi kaldın? Bir daha düşün…”
“Hayat Sana Güzel - Ördek Sendromu”
“Uzmanlar buna ‘Ördek Sendromu’ demiş. Yani tatlı su birikintisinin üzerinde hiç çabalamadan kayıyormuşçasına süzülen ördeklerden yola çıkmışlar. Birçok insanın, o ördeklerin suyun üzerinde zahmetsizce ilerlediğini sandığını, ama yol alabilmek için o suyun altında ördeklerin nasıl çırpındıklarını kimsenin fark etmediğini gözlemlemişler ve bunu gerçek hayata uyarlamışlar.. Dışarıdan gördüklerimizin başka, derinde yaşananların bambaşka olabileceğini, ön yargılarınızın sizi çoğunlukla yanıltabileceğini unutmayın. Kimin ne sınavlar verdiğini bilemeyiz. Hayat kimseye ekstra bir şey sunmuyor. İnsanları uzaktan yargılamayı, hikâyelerini hiç bilmeden konuşmayı ve süreci anlamadan sonuca ulaşmayı nedense seviyoruz. Hayat ne ekranlarda gördüğünüz gibi toz pembe ne de bir davranışla yargıladığınız kadar karanlık. Suyun üzerine bakıp da hiç kimseye ‘Hayat sana güzel’ demeyin. Bir gözünüz de suyun altında olsun lütfen. Çünkü asıl hikâye orada yaşanıyor.. Şimdi kendine şu soruyu sor: Hayat başkalarına mı güzel, Yoksa ben mi yaşamayı bilmiyorum?…”
“Yengeç Sepeti Sendromu”
“İlk olarak Filipinli yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılmış ‘Yengeç Sepeti Sendromunun’ şöyle bir hikâyesi var: Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri bir yengeç sepetinin içinde görür. Kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Balıkçıya sorduğunda, ‘Evet, tek bir yengeç olsaydı kesinlikle kaçardı. Ancak pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar,’ yanıtını alır.. Tek bir yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken, sayı arttıkça kaçış imkânsızlaşır. Sonunda kimse kazanamaz.. Yengeç Sepeti Sendromu, ‘ben yapamıyorsam sen de yapamazsın, ben başaramıyorsam sen de başaramazsın,’ felsefesini güder. Hayatımızın her evresinde bizi aşağı çekenler olur. Bakın bu durumu Cenap Şahabettin ne güzel özetlemiş: ‘Haset, başkasının balını, kendi ağzına zehir etmektir.’ Hayatınızın direksiyonunu kimsenin eline vermeyin…”
Kaybedilmiş Umut, İnsanın İç Dünyasının Kıyametidir:
“Umudun insan sağlığını ciddi anlamda etkilediğini, Viktor Emil Frankl’ın ‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabında okuduğumda gördüm: Nazi toplama kampında kıdemli bir blok bekçisi bir gün Frankl’a garip bir rüya gördüğünden bahseder. Rüyasında bir ses ona bir dilek hakkının olduğunu söyler. Bekçi de, savaşın ne zaman biteceğini, kampın ne zaman özgürlüğe kavuşacağını sorar. Ses ona, 30 Mart cevabını verir. Bekçi rüyayı Şubat 1945’te görmüştür. Bir yıl boyunca umutla bekledikten sonra bu umutların yerini hayal kırıklığı bırakır. 29 Mart’ta aniden hastalanan bekçi, 30 Mart’ta hayata veda eder. Bir yıl boyunca kendini umutla ayakta tutmanın ardından gelen umutsuzluklar, bekçinin hayattan kopmasıyla sonuçlanır…”
Sayfa 118Kitabı okudu
Reklam
663 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.