Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Nitekim Tatianus ve Tertullianus'un başını çektiği bir grup teolog, Yunan felsefesinden Hıristiyanlığa yöneltilen saldırılara Yunan felsefesinin hiçbir değeri olmadığını ileri sürerek mukabele etmişlerdi. Başka bir grup apolojist ise, Grek felsefesinin aslında orijinal olmadığını, başta Yahudi hikmeti olmak üzere, eski hikmetlerin bir devamı olduğunu, dolayısıyla Yunan felsefesinden faydalanmakta bir mahzur bulunmadığını öne sürdüler (Cevizci 2017; 54).
Aziz Justinus, Aristeides'in öncülüğünü yaptığı teolojinin kapsamına irade özgürlüğü problemini de dahil etmiştir. O, insan eylemlerinin, özellikle determinist Stoalıların düşündüğü gibi belirlenmiş olmadığını, insanların özgür seçimlerine bağlı olarak, doğru ya da yanlış davranışlarda bulunduklarını öne sürmüştür. İlk günahtan pek söz etmeyen Aziz Justinus'a göre, insan, iradesi özgür olduğu ve Stoalıların iddia etmiş olduklarının tersine değişmez bir yazgıya tabi olmadığı için, eylemlerinden tamamen sorumludur(Cevizci 2017; 44).
Reklam
Patristik felsefe kendi içinde üç döneme ayrılır: (i) Milattan sonra birinci yüzyıldan ikinci yüzyıla kadar olan dönem. Bu dönem düşünürleri, ya da daha doğrusu teologları öncelikle Hıristiyanlığın "hakiki felsefe" olduğunu savunup, onun felsefi bilgelik karşısındaki durumunu belirlemeye çalışmışlar, sonra da Hıristiyan öğretiyi putperestlerin saldırılarına ya da Gnostisizmin dini spekülasyonlarına karşı koruma, yanlış anlamaları önleme gayreti içinde olmuşlardır. (ii) 200-450 yılları arasındaki altın dönem. Bu dönem, Grek felsefesi ve Hıristiyanlık arasında, Yeni-Platoncu İskenderiye Okulu'nun ve özellikle de Klement ve Origenes gibi düşünürlerin etkisiyle vuku bulan gerçek etkileşim ve uzlaşım dönemidir, felsefenin Hıristiyan kültüre tamamen dahil edilmesi çağıdır. Hıristiyanlığın dogmalarını Yunan düşüncesinin terminolojisi ve kavramsal çerçevesiyle ifade etmeye çalışan bu Altın Çağ, Aziz Augustinus'un felsefesiyle en üst düzeye ulaşır. (iii) 450 yılından sekizinci yüzyıla dek olan gerileme dönemi. Yeni ve özgün bir çabanın, düşüncenin söz konusu olmadığı bu dönem, yalnızca daha önce ifade edilmiş doğruların ele alınıp işlenmesi ve sistematize edilmesi yönündeki çabalardan oluşur (Cevizci 2017; 38-39).
Ortaçağ felsefesi, Batı' da Hıristiyan ortaçağ felsefesi olarak, (1) milattan sonra ikinci yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar olan patristik felsefeyle (2) sekizinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar süren Skolastik felsefeden meydana gelir. Nitekim patristik felsefe, genelde "Kilise Babalarının (patres)" felsefesi olarak bilinir (Cevizci 2017; 35-36).
Yine, ilkçağ felsefesinin merkezinde doğa ve insan, modem felsefenin merkezinde ise bilgi ve insan bulunurken, ortaçağ felsefesinin merkezinde Tanrı vardır. Başka bir deyişle, ortaçağ felsefesi teosantrik, ya da Tanrı merkezli bir felsefedir (Cevizci 2017; 25).
Demek ki, ortaçağ felsefesinde, ilkçağ felsefesinin bütünüyle rasyonel ve seküler yapısından farklı olarak, felsefe inanca, inanç da vahye tabi olma durumundadır. Skolastik dönemin filozofları, akıl ile iman arasında bir ayrım yapmış ve zaman zaman da felsefenin göreli bağımsızlık ya da özerkliğini vurgulamış olmakla birlikte, ortaçağın dünya görüşünde, bilimde ve felsefede, bir çözüme kavuşturulacak problemlerin çözümü de dahil olmak üzere hemen her şey teoloji tarafından belirlenmiştir (Arslan 2017; 23).
Reklam
James Tissot zamanının çoğunu anavatanı Fransa'dan ziyade Londra'da geçiren önemli bir portre ressamıdır. Eseri Victoria dönemi sosyetesini resmetmesiyle ünlüdür ve günümüzde çok sığ ve anlamsız diye eleştirilmektedir. 1874'te Degas Londra'daki arkadaşı Tissot'a bir mektup göndermiştir; “Buraya gel, sevgili arkadaşım Tissot, tereddüt etme ve kaçma. Boulevard'da sergilemelisin. Senin için iyi olur... Manet seni bunun dışında tutmak istiyor ama muhtemelen çok pişman olacaktır." Degas, Boulevard des Capucines'deki Empresyonist grubun ilk sergisine atıfta bulunmaktadır. Empresyonistleri realist akım olarak tanımlar: “orada realist bir Salon olmalı.”
Sayfa 6 - Beta Yayıncılık, Haziran, 2015Kitabı okudu
"Fotoğraf Karesi" Gibi
Degas 1882'deki sergi dışında bütün Empresyonist topluluğu sergilerinde resimlerini sergilemiştir. Degas da tıpkı Empresyonistler gibi hareketi yakalama, bir sahneyi tıpkı bir fotoğraf makinesi gibi gözlemleme, anlatılması gereken özel bir hikâye olmadan hayatı “fotoğraf karesi” gibi gösterme arzusuna sahipti. Hepsinden önemlisi modern Paris hayatında gözlemlediği şeyleri olduğu gibi resmetmiştir: Çamaşırcı kadın, bale dansçısı, şarkıcı, at binicisi.
Sayfa 6 - Beta Yayıncılık, Haziran, 2015Kitabı okudu
Klasik geleneğe dayanan sanatını kendi sözleriyle şöyle özetler: “Ah Giotto, Paris'i görmeme engel olma, ve Paris, sen de Giotto'yu görmeme engel olma.” (Giotto modern resmin kurucusu olarak kabul edilen bir 14. yüzyıl İtalyan sanatçısıdır.) Diğer bir deyişle, hem klasik sanatın prensiplerine olan bağlılığının etrafındaki çağdaş dünyayı betimlemesine engel olmamasını hem de bunun tam tersinin olmamasını umut ediyordu.
Sayfa 6 - Beta Yayıncılık, Haziran, 2015Kitabı okudu
NEW ORLEANS ŞEHRİNİN ACILARI, 1865
Bu resim 1865 yılında French Salon sergisince kabul edilen Degas'ın ilk resmidir. Az ilgi görmüş olmasına pek şaşırmamak gerekir çünkü Manet'in Olympia resmi de aynı sergideydi ve Paris sosyetesinde skandal yaratmıştı. Manet'in görünüşe göre sosyete fahişesi olan cüretkar çıplak Olympia portresiyle karşılaştırıldığında Degas'ın ortaçağa ait savaş sahnesi oldukça demode kalıyordu. Degas, üç yıl önce Amerikan İç Savaşı'nda İttifak kuvvetlerinin işgal ettiği New Orleans'ın kaderi hakkında yorum yapmaya niyet etmiş olsaydı verdiği mesaj bu kadar açık olmazdı.
Sayfa 5 - Beta Yayıncılık, Haziran, 2015Kitabı okudu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.