Kasabalılar duydukları sözcüklerin hangi dile ait olduğunu bilmiyordu ama sözcükler öylesine yoğun ve tutuklu bir şekilde zikrediliyordu ki bizzat Tanrı bu bir deri bir kemik kalmış çıplak yaratığı sözcüsü olarak seçmiş olabilirdi
“— Yüzlerce yıl öncesinin Tanrısını anlatıyorlar. Şimdinin Tanrısını değil.
— Ama Tanrı değişmez ki.
— İnsanlar değişir ama.
— Ne fark eder?
— Öyle bir fark eder ki,”
Biz konuştuğumuzda kim konuşuyor? Belki biz... Belki ailemiz... Belki toplum... Belki Tanrı...
Davranışlarımızın, eylemlerimizin faili biz miyiz? Ya hayatımızın faili? Gerçek özgürlüğe bir gün ulaşacak mıyız?
Kendin için yazılmaz Augustin, başkaları için yazılır. Benim kitaplarımın çift işlevi vardır: Işık ve ayna. Işık, yolunuzu aydınlatmak için, ayna ise orada kendinizi tanıyın diye.
– Siz lehte soruşturmanıza devam edin Madam Poitrenot.
Bununla birlikte suçlunun insan olabileceğini göz önünde bulundurmayı da ihmal etmeyin...Gazları yayarak iklimleri değiştiren o. Atmosferi ısıtan ve ozon tabakasına zarar veren onun faaliyetleri. Dünyayı daha verimli hale getirme bahanesiyle dünyayı tüketen onun açgözlülüğü. Doğayı sanayileştiren onun iştahı; süt, yumurta, et veren, bedava işçilere dönüştürülen hayvanlar da buna dahil. Ormanları yok eden onun doymak bilmezliği. Biyolojik çeşitliliği azaltan onun emperyalizmi. Atom tehlikesini yaratan onun bilimi. Belki sizin kıyamet metinleri bizi bu konuda uyarıyordur. İnsanlara diyordur ki eğer asıl olanı unuturlarsa kaos üretirler ve hiçliğe doğru adım atarlar. Bu metinler bilinç ve düşünce kazandırmak, son olarak da tutum değişikliği sağlamak amacıyla ürkütür.
– Evet, evet... Korku eğitimi, biliyorum...
– Felaketler daima daha iyi, dayanışma içinde, aydınlık ve aklı başında davranışlara yol açar. Ama ne pahasına? Oysa tehdit soyuttur, hayalidir, bizi gerçek felaketin uzağında tutar. Sadece bir kazanım sunmakla kalmaz aynı zamanda gelişmeye mecbur eder.