Bunlara dair derin ve entel sözler söylenebilir, ama mesele en nihayetinde şu: Bir şeyler yapıyorsun ama arkasında herhangi bir amaç yok, yine de devam etmekten başka seçeneğin olmadığını hissediyorsun. Korkunç bir durum. En azından bende şöyle bir tepki oluyor: Ne anlamı var ki?
Nasıl bir bebek kolsuz doğabiliyorsa, bir başkası da merhametsiz ya da vicdan potansiyeli olmadan doğabilir. Kollarını bir kazada kaybeden adam bu eksikliğini kendini uyarlamak için büyük bir mücadele verir, ama kolsuz doğan kişi, sadece onu tuhaf olan insanlar yüzünden acı çeker. Öteden beri kolsuz olduğu için eksikliğini çekmez. Çocukken, kanatlarımız olsa nasıl olurdu diye hayal kurarız, ama kurduğumuz hayalin kuşların hislerinin aynısı olduğunu varsaymak için bir sebep yoktur. Normal olan bir hilkat garibesinin gözüne korkunç görünüm muhtemelen çünkü her insan kendine normal görünür. İçsel hilkat garibesi için durum daha da anlaşılmaz olsa gerektir, çünkü başkalarıyla kıyaslayabileceği görünür bir şey yoktur. Vicdansız doğmuş bir adama ruhu yaralı bir adam gülünç görünse gerektir.
Sayfa 83 - SelKitabı okudu
Reklam
—Önemli şeylerden biri bence bedeni, sağlığı, normalliği ilgilendiren tüm bu kaygılarla burjuvazinin önce kendisi için, kendi soyu, kendi çocukları, bu gruba dahil olan insanlar için ilgilendiği ve normalleştirme prosedürlerinin diğer toplumsal tabakalara, özellikle proletaryaya yavaş yavaş uygulandığıdır. — Bu olguya yön veren nedir? — Burjuvazi başlangıçta esas olarak kendi sağlığıyla ilgilendi. Bir anlamda, bu hem onun selameti hem de gücünün onaylanmasıydı. Ne de olsa, işçilerin sağlığı umursanmıyordu. On dokuzuncu yüzyıl başında Avrupa’da tanık olunan korkunç işçi sınıfı katliamı üzerine Marx’ın anlattıklarım hatırlayın. Dehşet verici barınma koşulları içinde yaşayan, yetersiz beslenen insanlar, erkekler, kadınlar, özellikle çocuklar, bizim hayal bile edemeyeceğimiz bir süre boyunca çalışmak zorundaydılar: Bir işgününde on altı, on yedi saat. Bu durum, korkunç bir ölüm oranına yol açıyordu. S
Bu durum, sırf televizyon için vergi verdik diye korkunç ve hoşumuza gitmeyen bir programı izlemeye devam etmek gibi bir şey.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden sadece beş kişi Profesör olmama olumsuz oy vermişti ve bu red oylarını kadın olduğum için değil, solcu olduğum için vermişlerdi" diyorum. Feministler, "kadının toplumda yeri yok" diyorlar. Bense gerçek bir sosyalizmin bu duruma çare bulacağına inandığım için "bu bir kadın sorunu
Sayfa 120 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Süleyman Askeri Bey için kötü kader, 20 Ocak 1915’te bir keşif sırasında, karşılaştıkları İngiliz birlikleriyle çıkan çatışmada bacaklarından yaralanmasıyla başlamıştı. Derhal Bağdat Hastanesi’ne kaldırılmıştı, ancak aklı cephede kalan Süleyman Askeri, tam olarak şifa bulmamış olmasına rağmen, doktorların ikazına aldırmayarak yeniden düşman karşısına çıkmıştı. Evet, yaralı olarak, evet sedye üzerinde... O haliyle 9000 kişilik bir kuvvete kumanda etmişti. Günlerce, haftalarca, düşman birliklerine baskınlar vererek ilerlemeyi sürdürmüştü. İngiliz ordusuyla mukadder olan karşılaşma, nihayet 12 Nisan 1915’te Bercisiyye Ormanı etrafında gerçekleşecekti. Büyük bir çatışma çıkmıştı. Korkunç bir boğazlaşma. Başlarda bizimkiler galipken, İngilizlerin kuvvetlerini takviye etmeleriyle, durum değişmiş, ne yazık ki birliğimizin yarısından çoğu şehit düşmüştü. Hiç beklenilmeyen, oldukça ağır bir hezimetti. Ama mağlup olduklarını anlayan Süleyman Askeri, kaçmamış, askerlerine geri çekilme emrini vermişti. Birliği kendini koruyarak ricat ederken, o silahında kalan son mermiyi başına sıkarak intihar etmişti. Fuad’ın mektubunu gözyaşları içinde okumuştum. Ve aklıma Enver Paşa gelmişti... Sarıkamış’ta mağlup olacağımızı anlayınca, emrindeki orduyu bir başka kumandana bırakarak payitahta dönen namıdiğer “Hürriyet Kahramanı” Enver Paşa...
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.