-Küçük bey! -Ne var kız? -Hiç... Yan yana dut ağacının dibindeydik. Şu yukarda cevapları hiç olan konuşmayı yapmadık. Fakat bu şekilde çoktan konuşmuşa benzer bir halimiz vardı. Kafası dizimdeydi, kokusu burnumda ve annem bizi bu şekilde yakaladığı zaman bir yaz öğlesiydi.
“Doktor bey.. Biz Arabız ve Müslümanız elhamdülillâh... Osmanlı Devleti de Müslümandır. Dedelerimiz asırlarca bu din kardeşliği için Araplıklarını hatırlamadılar. Osmanlılardan ayrılsalar dinlerini mi kaybederlerdi? Elbette hayır. Hallerinden memnundular ve ondan hatırlamadılar. Fakat hatırlamamak vazgeçmek değildir doktor bey. Dediğim gibi onlar memnundular. Çünkü Osmanlılar âdildi ve kuvvetliydi. Adalet ve kuvvet! Bunların ikisi bir arada olunca mesele kalmaz. Bir başka ırkı veya kavmi elde tutabilmek için bunlar lâzımdır. Hem de tam olarak olması lâzımdır. Osmanlı Devleti ise uzun zamandır ne âdil, ne de kuvvetli. İttihatçıların, Cemal Paşaların yaptığı zulümler ortada. Sığınacak bir yer aradık, İngilizler, refah vâdettiler. Onlara kandık. Siz şimdi yalnız aldığımız paraları düşünüp bize hain, hem de din haini gözüyle bakıyorsunuz. Allah adına yemin ederim ki, biz hain değiliz, biz yaşamak, ayakta kalmak için böyle yaptık.”
Reklam
''Her yıl,bahar Ağrıdağının üstüne yürürken,dağın yamacındaki Küp gölünün kıyısına o yörenin tekmil çobanları gelirler,kepeneklerini gölün bakır rengi toprağının,kırmızı çakmak taşı kayalıklarının üstüne serip halka olup otururlar. Çobanların her yıl sayısı değişir. Tanyeri ışırken bellerindeki kavallarını çıkarıp Ağrıdağının öfkesini hep birden
Hürmet ve takdir hisleri beslemediği, hatta tepeden baktığı ve küçük gördüğü insanları nasıl sevebilirdi? Salâhattin Bey'i bir parça seviyorsa, buna sebep; Yusuf'u çok kızdıran aczinin yanında, bu adamın harikulade denecek kadar iyi bir kalbe malik olmasıydı.
Karaman’da, Bifa’da bir gün, bir işçi, kucağında bisküvi kolileri varken merdivenlerde patron Necati Babaoğlu’yla karşılaşır. Patronu karşısında görünce duvara yapışır ve yol verir, patron da duvara yapışır. – Buyur geç. – Olmaz Necati Bey, siz geçin. – Olur mu, sen iş yapıyorsun, bengeziniyorum, sen geç! – Hayatta olmaz, siz geçin. Karşılıklı yalvar yakar… İşçi kardeş zorla geçer. Tüm işçiler birbirlerine bunu anlatırlar. Bifa’ya gittiğinizde, her yerde tevazu görürsünüz. Oysa patronların, genel müdürlerin çoğu, asıl işlerinin yanında “küçük dağ imalatı” işine de girerler, çok havalı iştir.
'' -Hele bir o gitsin de..(Aldülhamit) -İşte tam onların ağzıyla konuştun. Hele bir o gitsin.. Hele bir sabah olsun.. Biz sanıyoruz ki bütün fenalıklar sadece ondandır. Halbuki değil; fenalık daha derin, daha köklü. Abdülhamit gibi bir ifriti doğuracak kadar büyük. İyice yerleşmiş. Abdülhamit nedir? Senin, benim gibi bir insan. Yalnız bizden biraz başka türlü. Aldülmecit'in oğlu olmayıp benim oğlum olsaydı hiç de fena adam olmazdı. Biraz vehimli, korkak. orta halli bir marangoz. titiz, dikkatli, küçük şeylerin üzerinde durmaktan hoşlanan bir adam. Saraydan çıkar şu adam, öyle orta halli bir eve koy; muhakkak her akşam kalemden gelir gelmez soyunup dökünüp mutfağa girecek, yahut da elinde keser, tahtaboş tamir edecekti. terliklerini takkesini giymiş bir Abdülhamit bey… Rütbesine göre beyefendi, yahut da saadetlü Abdülhamit paşa hazretleri..''
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.