bazı sevdalarda hafızasını kaybeder ya insan
telaşlanır, ağlar
babasını sorar çevresindekilere
öldüğünü bildiği halde
adını unutur, yolunu kaybeder oturduğu evin
bir titreme gelir yerleşir ya ortasına mayısın
bir dikilir bir çöker ya
kalbine secde eden intikam
tam
tam yaza girecekken.
Fransızlar, radyolarda espri dolu sesli reklamlar da yaparlardı eskiden. Örneğin çok lirik, çok duyarlı bir erkek sesi, onların ünlü halk şarkısını söylemeye başlardı : "Plaisir d'amour ne dure qu'un moment" (aşkın hazzı ancak bir an sürer) Arkasından ikinci dizeyi, "chagrin d'amour dure toute la vie" (aşk kederi ömür boyunca sürer) demesini beklerken, başka bir erkeğin sesi, müziksiz olarak "Le pneu Michelin dure toute la vie" (Michelin otomobil lastiği ömür boyunca sürer) deyiverince, insan önce küçük bir şok geçirir, sonra da gülmeye başlardı.
Haddinden fazla kendini hor görmek, kendini beğenmişliğin başka bir ifadesidir. Gururunu aşağılama ile yenebileceğini düşünenler belki de Spinoza'ya kulak verseler iyi olur: ‘’Kendini hep küçük gören, kibirli olmaya en yakın insandır.’’
"Bak sana bir söz söyleyeceğim; küçük olduğun için anlamayacaksın; büyüyünce anlarsın. Dinle oğlum: Tanrı'yı yedi kat gökler ve yedi kat yer almaz; ama insanın kalbi alır. Onun için, aklını başına topla Aleksi, hayır duam seninle olsun, dikkat et, hiçbir zaman insan yüreğini yaralama!"
Başarı, ego zehirlenmesiyse; başarısızlık da ayak kaymalarını ciddi düşüşlere ve küçük sıkıntıları büyük başarısızlıklara çeviren, yıkıcı bir ego darbesi olabilir. Ego genellikle büyük bir başarının sadece kötü bir yan etkisiyse, başarısızlık sırasında öldürücü olabilir.
İnsan her yerde ve her zaman insandı, gururunu, çıkarını, onurunu davadan üstün tutması sık sık görülen bir şeydi.
Hele herkesin canla başla, ama gerçek manada canla başla, canını başını ortaya koyarak çalıştığı çok yönlü bir davada bu sarsıntıyı her zaman beklemek gerekirdi. Çünkü herkes kendi çapında yararlı olacak, herkes karınca kararınca bir başarı yararlığını ve başarısını en önemli yarar ve başarı sayacaktı. Herkese “yaşa, var ol, sağ ol” denecekti, ama herkes bu deyişin kendi umduğu kadar kuvvetli çıkmadığını sanacaktı. Bu “herkes”in içine de belki küçücük müfreze kumandanları bile girecekti.
“Yirmi beşime geldiğimde evlenmiş olacağımı sanıyordum, biliyor musunuz? Otuzda iki çocuğum, küçük bir köpeğim ve büyük bir kredi borcum olacaktı. Ama işte, otuz üç yaşındayım ve işler planladığım gibi gitmemişti.”
İnsan oğlu, en küçük yaşından başlayarak birini çıkarıp atarken bir başkasını giymek zorunda kaldığı mecbûriyetler ve îtiyatlar kaftanının dar, kasvetli ve ezâ verici çemberinden yakasını kurtarabilir mi?
Doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. Bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. Çünkü her adımımızda ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. İşte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür.
Bir mizah duygusu geliştirme ve olayları mizahi bir ışık altında görme çabası, yaşam sanatını geliştirirken öğrenilen bir çeşit hiledir... Büyük de olsa küçük de olsa çekilen ıstırap insan ruhuna ve bilincine tamamen yayılır.