Sesin düşüncelerin,
İçime bıraktığın muğlak
İnsanları kıskandıran güzelliğin,
Önüme bıraktığın yasak
Ve belki de en önemlisi
Ağlamaya meyilli ruhun,
Kalbime saplanan bir bıçak
Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüz binlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi... Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...
Sessizce yaşadığım hayatıma hiç fark ettirmeden sen girdin, sonra beni senin gidişini göremeyecek kadar kör ettin. Sen gitsen de tutamadım, ben bitsem de kurtulamadım.
Gülmek ağlamak kadar acı veriyormuş, birini kendi kendime birini de sen bana hissettiriyorsun. Ağladığımda yaşadığım acıyı sen güldüğünde neden yaşıyorum?
Çoğu zaman herkese karşı gülüp acı çektiğimi düşündüğüm için ağlardım, eğer gerçekten acı çekseydim ne ağlayabilirdim ne de gülebilir, geç anladım. Ne kadar çabalasam da yaş akmıyor gözlerimden, eskiden sadece gülmek için çabalardım.