o kadar susuzum ki su artık neye yarar
insan hasretten kuduruyor kudurdum
unuttum gayrı hatırlatıp da delme
yokluğuna bağırdım
yankılandım duruldum
ben bu beklemeğe alıştım gelme!
zaman geçiyor sanki ben içinde değilim
sürekli hatırlıyormuşum gibi dışarıda
çarşıya çıkmışım da eve dönememişim
eğer ben çarşıdaysam kim duruyor evin ortasında
aklımı azaltarak bıraktım münevver
o kadar eminler ki sabah olacak diye
geceyi plan gibi taşıyorlar münevver
hiç mi ölmek düşmez apansız dakikaya
kaç saniye sonrasını yaşıyoruz haber ver
sağlıklı bireyler olarak münevver
sağlıklı şekillerde ölüyoruz buradan
nereye ölüyorsak oramızdan tut beni
ağzımdan kaçırmışım bir turna sürüsünü
konuşsam gökyüzü sussam senin yüzün
modernoğlu görmek istemez ölüsünü
nereye susuyorsak oramıza ek beni
deli gibi uykum var Nermin
elimden hiçbir şey gelmiyor inan
ben nasıl uyurum sen uyanmazsan
Allah biliyor hiçbir şeyim yok
sevilecek şeyler ağaçların arasından geçip gidiyor
seni sevmek de öyle orman!
yanınca bitiyor her şey yanınca bitiyor
kalanlarla avunmuyorum Nermin
sen yoksun her nasıl olmayacaksan
bu imtihan bu debi
o terli atın külündense bu kalp
çok sevinirim ya Rabbi
beni her yerimden kapatırsan
Düşseydim eğer sahiden, kalkacak gücü bulabilirdim kendimde. Oysa ben sürekli atladım en yüksek uçurumlardan aşağı, fütursuzca. Çok arandım durdum, “İllaki biri itmiştir.” dedim. İşin aslını çok geç anladım. Kimsenin bana bir şey yaptığı yoktu.
Kaybolmayı kabullenişin ardından insanın aklına ilk hücum eden "Peki şimdi ben nasıl geri döneceğim?" sorusu oluyor. Kaybolmayı kabul etmekten daha sarsıcı ve zor olanı geriye nasıl döneceğini bilememek...
İnsanın kendi kendini pusuya düşürmesi, kendi savunmasız ânını kollaması, kendi düşüşü için kuyular kazması, karanlığa düşmesi için çevresini ve içini aydınlatan bütün ışıkları söndürmesi ve öylece çaresiz, bir karanlıkta yapayalnız kalmasına neden olması durumu kolay anlatılabilir bir şey değil; ama gerçek bu.