Atsız'ın Kalem Kavgaları ve Kalem Kavgalarında Atsız Üslubu 1930'lardaki kalem kavgaları: Atsız, kalem kavgalarıyla da tanınmış bir isimdir. Onun deyişiyle "mürekkepli kalem tartışmaları” ilk yazı hayatından vefatına kadar sürer. Bu tabiri Atsız, 1956 yılında Ocak gazetesinde yazdığı "Bir Felsefe Öğretmeninin Yanlışları"
“Yeni bir uygarlık doğdu. Sanal uygarlık. Bu uygarlık bütün katılımcılarını pasif birer seyirciye dönüştürüyor. Bu uygarlığın en büyük hareket noktası akıl değil gözdür. En büyük eylemi düşünmek değil bakmaktır. Müşahede etmek değil seyretmektir. Göz bu uygarlıkta bir nazar aracı değil bir arzu, istek, şehvet aracına dönüşüyor. Bu da beraberinde bencilliği, duyarsızlığı, doyumsuzluğu getiriyor. Şiddeti doğuruyor. Bu sanal ekran uygarlığında insan hem kendisiyle hem âlemle ilişkisini hakikat üzerine değil, suret ve görüntü üzerinden kuruyor. Bu uygarlık insan hayatında görsel idraki egemen kılıyor. Görsel idrakin egemenliği, aklın idrakini zayıflatıyor. Kalbin idrakini bir çeşit ölümle karşı karşıya bırakıyor. İnsan idrak sahibi bir varlıktır. İdrak hem mantık hem felsefe hem psikolojinin kavramıdır. İnsan kendisi dâhil dışarıdaki âlemi aklıyla ve kalbiyle idrak eder. İnsandan istenen külli bir idrakle hareket etmesidir. Aklı ve kalbiyle. Yalnız duyu organlarıyla değil. İnsan ancak böyle bir idrakle iman edebilir. Ancak böyle külli bir idrakle madde ve manayı, fizik ve metafiziği, mülk ve melekût âlemini birlikte kavrayabilir.” .. Çabamız akıntıya kürek çekmek değil , akıntıya kapılmadan bilinçle bu suda yüzmeyi bellemek .
Reklam
— Körler renklerden nasıl bahsederlerse hastalıklardan işte o şekilde bahseden doktorlar sizde nevrasteni ya da sinir zayıflığı olduğunu söylüyorlar. Hem onlar sizin hastalığınızı teşhiste başarılı olsalar bile gene tedavi edemezler, çünkü bir "organ dokusunun" yeniden oluşması için tabiatın onu ilk oluştururken kullandığı araçlar
Sayfa 67 - 68 Dorlion
"Barut gelecek. Hiçbir şey bunu durduramaz. -Hep aynı eski hikâye.- İnsanın sayısı artacak ve insanlar savaşacaklar. Barut, insanların milyonlarca insanı öldürmesini sağlayacak ve ancak bu şekilde, ateş ve kanla uzak bir gelecekte yeni bir uygarlık gelişecek. Peki, ne kâr edecek? Eski uygarlık nasıl yok olduysa yenisi de öyle yok olacak. İnşa etmek elli bin yıl sürecek ama yok olacak. Her şey yok olur. Geriye sadece kozmik güç ve madde kalır, daimi bir akış içerisinde, daima hareket ederek, tepkiyerek, sonsuz türleri vücuda getirerek. Papaz, asker, kral... Bebeklerin ağzından tüm çağların bilgeliği dökülür. Bazısı savaşacak, bazısı hükmedecek, bazısı dua edecek, geri kalan herkes de didinip acı çekecek, uygarlığın muhteşem güzelliği ve olağanüstü haşmetli sonu olmaksızın tekrar ve tekrar kanayan cesetleri üzerinde yükselirken... Mağarada sakladığım o kitapları yok etsem de fark etmezdi, kalsalar da yok olsalar da tüm eski gerçekler yine keşfedilecek, tüm eski yalanlar yine yaşanacak ve kuşaktan kuşağa aktarılacak. Ne kâr ...’’
Atomculuk fiziksel dünyanın gerçekliğini, çoklukçu bir teori aracılığuyla Elea mantığının kaçınılmaz etkilerinden kurtarmak için ortaya koyulan son ve en başarılı prişimdir. Bu düşüncenin rakiplerine göre Anaksagoras'in tohumlarının sonsuz bölü nebilirliği ve niteliksel farklılıkları, sorudan kaçınmak gibi görünüyordu ve onlar da çözümü daha
Bana soracak olursan, düşünülür dünyanın sınırlarını iyi İdeası belirler, insan onu öyle kolay kolay göremez. Görmek istiyorsa, dünyada iyi ve güzel olan her şeyin aslında ondan gelmiş olduğunu anlamak zorundadır. Çünkü ışığ yaratıp görülür dünyaya pay eden odur. Düşünülür dünyada ise adalet ve anlayışın kaynağıdır. İnsanın ruh ve madde dünyasında bilgece hareket edebilmesi için onu görmüş olmas şarttır.
Sayfa 384
Reklam
Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi'nde de dille ilgili bilgilere yer vermiştir. "Kunlar Çağında Türk Edebiyatı” bölümündeki şu sözler Türkçenin teşekkülüyle ilgilidir: "Türkçenin Kunlar çağında teşekkül ettiğini kabul etmekte yanlış yoktur. Bir dilin temelli olarak kurulabilmesi için uzun bir siyasî birlik şarttır. Bu şart bizim
Atsız Türk Edebiyatı Tarihi'nin "Gök Türkler Çağında Türk Edebiyatı” bölümünde de Köktürk yazısı hakkında ayrıntılı bilgi vermiş ve dönemin dil özelliklerini de 14 madde hâlinde özetlemiştir. Eserin "Karahanlılar Çağında Türk Edebiyatı" bölümünde bulunan "Onuncu asırda Türk lehceleri" kısmı, 1940'ların başı için önemli dikkatleri barındırır: "Gök Türkler ve Dokuz Oğuzların hâkimiyeti çağında, Türk boylarının lehçeleri arasındaki ayrılığın pek az olduğu muhakkaktır. Çünkü mütemadiyen hareket halinde bulunan Türkler birbirleriyle daima karışıyor, yer değiştiriyorlar, sıkı teması hiç kaybetmeyerek birbirlerine dil bakımından tesir ediyorlardı. Bundan başka aynı siyasî hâkimiyet altında bulunmak da hiç şüphesiz lehçelerin ayrılmamasına çok yardım ediyordu” "Fakat 840 tan sonra 'devlet dışında' yaşayan Türklerin çoğalması ve Türklerin uzun müddet bir durgunluk geçirerek birbirleriyle olan girişmelerinin azalması lehçeler arasındaki ayrılığı çoğalttı. Daha önceki asırlarda bu ayrılıklara 'lehçe' bile denmeyip 'ağız' demek doğru olduğu halde, onuncu asırdan başlayarak bu ayrılıklar 'lehce' halini aldı." (Atsız 1943: 54).
AMERİKANIN ORTADOĞU'YA SÖZDE DEMOKRASİ GETİRME ŞEYTANLIKLARI
Şimdi Amerika Birleşik Devletleri Büyük Ortadoğu Projesi'nde ki ülkeler, laik olsun, demokrasi olsun diyor.Irak'ta kurduğu düzene bakın. Tam laiklik ve demokrasi karşıtı bir düzen. Madde 7: İSLAM RESMİ DİN OLACAK,YASAMA YAPILIRKEN KAYNAK OLARAK ALINACAK, FAKAT İSLAM HUKUKU TAM UYGULANMAYACAK . Yani biraz bir tarafı memnun edeyim, biraz diğer tarafı... Irak Saddam döneminde laik bir ülkeydi. Kuzeyde de Kürtler istediği gibi yaşıyordu. Şimdi o zaman siz Saddam'ı neden deviriyorsunuz . Adamlar açıkça burada, siz bir din devleti kurun , ama birbirinizi de yiyin ki, ben Kuzeyde otonom bölgeyi istediğim gibi bölge ülkelerine karşı kullanayım. Ne diyorduk; Müslüman İsrail kurmaya çalışıyorlar. Müslüman İsrail derken neyi kastediyorduk ? İsrail 'in yükünü hafifletecek, bölge ülkeleriyle kavgalı olacak, o görevi verenlere ise zorunlu olarak bağımlı kalacak . Yani kendi başına hareket edemeyecekti.
Madde ancak imkân halinde (dunamei, potentia) bir öze sahiptir ve ancak form (energia, adus) sayesinde gerçeklik kazanır. Bu geçiş bir süreçtir, ama burada söz konusu olan, zaman içinde yer almamış olan bir süreçtir. Maddenin etkileyici (hareket ettirici) nedeni form­dur. Her hareketin ve olayın nedeni, amaç olmak bakımından form ve aynı zamanda ereğin kendisidir. Yani madde, kendi kendine hareket edemeyen, ama harekete getirilebilen (etkilenebilen) bir imkândır. Hareket etmeden ve hareket ettirilme­ den harekete getirilebilen biricik gerçeklik, katkısız bir form olan Tanrıdır. Madde ile Tanrı arasında hareket eden ve hareke­te getirilen sayısız varlıklar dizisi bulunmaktadır, Aristoteles'in doğa dediği şey işte bu varlıkların bütünüdür.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.