Gün Olur Asra Bedel... Bir kitaba verilebilecek en güzel isimlerden birisi galiba...
Cengiz AYTMATOV'un yaklaşık 400 sayfalık eseri, Sovyetler döneminde bir tren istasyonunda olanları merkeze alarak, aynı zamanda doğruluk, erdem, hakkaniyet, cesaret, milli bilinç, milli hafıza, milli şuur gibi temaları da işliyor. Örneğin, aydın kesimi temsil eden, Kuttubayev isimli türkün, baskıcı ve otoriter sovyet rejimi tarafından katledilmesi; Nayman Ana ve mankurtlaştırılan, geçmişinden koparılan oğlunun trajedisi...
Eserde bireyselden toplumsal, toplumsaldan evrensele, insanlığı ilgilendiren pek çok mesele ve konuya değiniliyor. Yedigey'in dönüşümü, Kazangap'ın vefatı sonrası defin edilmesi için çıkılan yolculuk, yolculuk öncesi tartışmalar, kuşaklar arası iletişim kopukluğuna ve anlayış farklılığına da işaret ediyor. Bu kopuşun sebebi, milli bilinç ve hafızaya ket vuran Sovyet rejimi mi yoksa bireysel sinmişlik mi... Galiba ikisi de.
Raymalı Aga ve Begimay'ın hikayesinde, toplumsal baskıya da şahit oluyoruz. Her devirde ve her toplumda yer alan toplumsal baskı...
Hem üslup hem konu bakımından Aytmatov külliyatının başucu eseri olarak gösterilebilir, Gün Olur Asra Bedel.
Türk edebiyatına da mal olan bu eseri okuyarak, Cengiz AYTMATOV'un edebi kimliği, Sovyetler Dönemi'ndeki Kırgız toplumu ve Kırgız Edebiyatına dair fikirler ve izlenimler edinebilirsiniz. Tavsiye ederim.
Yirmidokuzuncu Pencere
وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
Bir bahar mevsiminde, garibane, mütefekkirane seyahata gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken, parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi. Şöyle bir mana kalbe geldi ki: Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise; elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, onun mühürleridir, sikkeleridir. Şu mühür tahayyülünden sonra şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektub; o mühür, o mektubun sahibini gösterir. Öyle de; şu çiçek, bir mühr-ü Rahmanîdir. Şu enva'-ı nakışlarla ve manidar nebatat satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi, bu çiçek Sâni'inin mektubudur. Hem şu tepecik dahi bir mühürdür. Şu sahra ve ova bir mektub-u Rahmanî hey'atını aldı. İşbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki: Herbir şey, bir mühr-ü Rabbanî hükmünde bütün eşyayı kendi Hâlıkına isnad eder. Kendi kâtibinin mektubu olduğunu isbat eder. İşte herbir şey, öyle bir pencere-i tevhiddir ki, bütün eşyayı bir Vâhid-i Ehad'e mal eder. Demek herbir şeyde, hususan zîhayatlarda öyle hârika bir nakış, öyle mu'cizekâr bir san'at var ki; onu öyle yapan ve öyle manidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir ve bütün eşyayı yapan, elbette o olacaktır.
Sözler
dışı sadece bir manzara
Bir hakikatın resmi, dışı sadece bir manzara, nehir gibidir insan, sessizce akıp gider bilinmez. İçinde ne fırtınalar koparak, ne saklar söylemez, sadece yüzeysel bildirdin insanı o mu? Yani göründüğü gibi değil. Peki Kur'an'dan hızır aleyhi vesselam ve salih aleyhi vesselam kısasından, neyi öğreniyoruz?
Görünüşe aldanma. Hiçbir şey dıştan göründüğü gibi değil. Yani iç aleme baktığı zaman çok farklıdır insan. Yunus söyler ki ilim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen, ne içe okumaktır. Okumaktan mana ne, kişi hakkı bilmektir. Çün okuduğunu bilmezsin, ha bir kuru emektir. Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, mal da yalan, mülkte yalan, al birazcık, sende oyalan….