Goethe'nin haklı olduğu anlamda; sürekli yaşam umut demektir. Ölüm, seçme şansının yok olmasıdır. Seçme hakkının kısıtlandığı oranda ölüme yaklaşırız. En korkuncu da yaşam tümüyle bizden alınmaksızın umutların kesilmesidir.
Dayanıksız, ölümlü, her şeye karşı duyarlı görünmemize karşın kan dökme ve kıyıma kendimizi kolaylıkla alıştırmıșızdır. Hepimiz bir akım peşinde, bu kıyıma göz yuman kişileriz ve yine de kurbanlara pek az acırız. Bu savaşla birlikte gelmiş değildir, savaş hiç başlamamışken biz zaten buyduk. Ne var ki, şimdi daha belirgin. Gözümüzün önünde göçüp giden insanlara kılımız bile kıpırdamaz. Bizim için acı çekmiş bile olsalar, kurban onlar değil biz bile olsak.
Fiziksel acı duymak, yaşadığımızı anlamamıza yardım eder. Öte yandan yaşama sarılmak, yaşamı sürdürmek için bizi kışkırtacak olayları arar, ortam hazırlar ve tekdüze, kaygusuz, önemsiz yaşamaktansa utanç ya da acı duymayı yeğ tutarız.
...fakat benim için günlerin hiçbir özelliği kalmadığı bir gerçek. Eskiden yemek günü, çamaşır günü, olaylar başlatan günler, olaylar bitiren günler vardı, fakat artık birinin diğerinden hiçbir farkı yok. Hepsi birbirinin aynı. Öyle ki, salı gününü cumartesi gününden ayırt edecek hiçbir şey yok. Gazeteye dikkatli bakmadığım zaman hangi günde olduğumu bilmiyorum bile. Eğer cuma gününde olduğumuzu zannediyorsam ve perşembe olduğunu öğrenirsem bir gün kazanmaktan pek büyük bir sevinç de duymuyorum artık.
Kişinin kendi kendisiyle sık sık konuşma alışkanlığına sahip olduğu bir dönem vardı ve iç dünyasıyla ilgili olayları belgelemek utanç verici değildi. Oysa bugün, günlük tutmak kişinin kendine yenilgisi olarak nitelendirilebilecek bir zayıflık ve küçümsenerek değerlendirilen bir zevk sayılıyor. Çünkü katı bir dönem bu içinde bulunduğumuz.
Ancak hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır. Kurduğumuz düzen hep öyle sürüp gidecek sanırız. Birden ip kopar, ışık söner, her şey darmadağın olur.
Ölüm geride kalanları, inançlı ya da inançsız, mantıklı ya da duygusal olduklarına bakmadan, başların büyük bir teslimiyetle öne eğildiği, herkesin ''kader''den, ''ecel''den ve ''vakit''ten söz ettiği, genç ölmemek, sırayı bozmamak ve çok acı çekmemek dışında her şeyin anlamını yitirdiği bir dünyada buluşturuyor. İnsanı bir gün önce tüm benliğiyle karşı koyduğu şeylere inandırıveriyor, hayatta ağzına almadığı lafları tüm samimiyetiyle söyletiyor. Ama sadece bir günlüğüne. Ölüm geride kaldığında herkes eski haline dönüyor.
Yaşlanmanın korkutucu yanı ölümün yaklaşması değil, gerçekleştiremediğin hayallerin için kurduğun ''Canım, nereden baksan daha önümde .... yıl var'' cümlesindeki boşluğa yazdığın sayının giderek küçülmesi.