"Büyüdük" dedi. Sanki benimle değil de kendi hayaletiyle konuşur gibiydi. Sessizce konuşuyordu. Onun yüzüne baktığımda yüzünde gördüğüm duygu yoğunluğu beni dehşete düşürmüştü. Her zaman duygularını saklamakta ve insanlara karşı bir maske oluşturmakta iyiydi. Fakat şimdi nöbet geçirir gibi bir hali vardı.
Şaşkındım, ne diyeceğimi bilemiyordum. Onun konuşmaya devam etmesine izin verdim. "Kendimizi rengarenk takma kanatlar ile süsledik. Çok küçüktük. Bu sahte kanatlar ile uçabileceğimizi zannettik. Kanat çırptık, taa ki o kanatların sahte olduğunu anlayacak kadar büyüyüne dek. Yavaş yavaş karanlığa, insanlara doğru yanaştık... Onlar gibi ruhsuzlaşana kadar. Dünyaya bir ekran kadar yakın, ailemize bir tuş kadar uzak kaldık. Sürüden ayrılamadık, kanatlarımız ile uçmayı deneyemedik. Sürüden ayrılanları kurt kaptı, sürüde kalanları ise kendi karanlıkları." sesi gittikçe kısılıyordu. Devam etti.
"Belki de kelebekler bu yüzden az yaşarlar. Renkleri bu dünyayı boyamaya yetmediği için." duraksadı. Derin bir nefes aldı. "Artık o salıncakta sallanamıyorum, kanatlarımı kaybettim, karanlıkta kaldım. Gerektiğinden fazla büyüdüm... Eskisi kadar masum olmak isterdim." Artık gözlerinden yaş geliyordu. Başını dizlerine gömdü ve kendi sessizliğinde kayboldu.
Ben ise küçüklükten beri tanıdığımı zannettiğim arkadaşıma bakakalmıştım.