"Ali Yakup Bey'in bazı sâfiyane sualleri olurdu. Dalgınlıkla, fazla düşünmeden, içinden geldiği gibi konuşuverirdi. O gün de, İhsan Efendi'ye.
"Efendim, Safahat'ı bu kadar biliyorsunuz. Akif Bey'i bizden fazla anlıyor ve seviyorsunuz... Safahat'ı sadeleştirelim, diyorlar. Bunu siz yapsanız, iyi olmaz mı?.." diye soruverdi.
İhsan Efendi, tebessüm etti;
"Hazret, o zaman sade su olur yahu" dedi. "İçinde tane kalmaz. Sade su beslemez. Çorbanın içinde tane olmalı... Artık bu millet, Safahat'ı da anlayamayacak bir hale gelecekse; gitsin de, Allah yeniden bir millet getirsin yahu!..
(...)
"Yahu adam, ömrünü vermiş Fâtih Cami ile başlamış. Sanatkâr ile bitirmiş. Tevhidi var, feryadı var, camii var, kahvesi var, hastası var, var, var, var...
"1400 senelik İslâm, 650 yıllık Osmanlı ve bin senelik Müslüman Türk tarihini, yükselişiyle, başına gelen felaketleriyle, her safhası ile yazmış...
"Tasviri var, feryadı var, fikriyatı var! Sen bunların hepsini, lugata bakmadan, okuyup anlamak istiyorsun!.. İnsaf yahu, insaf!..."
(...)
Evladım, bu sadeleştirme işi, milleti cahil bırakmanın bir şekli, bir mazereti ve bir bahanesidir. İnsanlar, tenbeldir. Kolayı gördükçe gevşer, rahata alışır. Gayret sarfedilerek anlaşılacak eserlerden kaçar. Böylece bir zaman sonra, birkaç nesilde, milletin tamamı câhilliğe mahkûm olur. Artık ondan sonra, bilen, çalışan, düşünen insanlar yadırganır. İşte o zaman tam felaket demektir."