Batuhan Işık

Batuhan Işık
@meisgraffiti
Bülent Ecevit Üniversitesi
Ankara
9 October
61 reader point
Joined on January 2018
Aşk öyle bir çelişkiler silsilesidir ve öyle sonsuz rengiyle biçimi vardır ki, hakkında ne söylerseniz söyleyin, muhtemelen doğrudur. - Finck, Romantic Love and Personal Beauty, 1891
Reklam
Ya imgelem ve sanat krema değil de, insan yaşantısının pınarı iseler? Ya mantık ve bilim, sanat biçimlerinden türüyor ise ve sanat, bilim ve mantığın ürettiği eserin süsü olmak bir yana onları temelde kuruyor ise?
Sadece biz dünyayı bilmekle kalmayız, dünya da aynı zamanda kendini bizim bilme yollarımıza uydurur.

Reader Follow Recommendations

See All
Çelişki sınırları öngörür ve sınırlarla mücadele gerçekte yaratıcı üretimlerin kaynağıdır. Sınırlar, onlarsız akan bir nehrin yerküre üzerinde yayılıp gideceği ve nehrin onlarsız hiç olamayacağı kıyılar gibi gereklidirler - yani nehir, akan su ve kıyılar arasındaki gerilimle kurulmuştur.
Yaratıcılığın kendisi sınırlar gerektirir; çünkü yaratıcı edim insanı sınırlayan şeyle birlikte ve ona karşı ortaya çıkar.
Reklam
Yeryüzünde yalan söylemeden yaşamanın olanağı yoktur. Çünkü yaşam ve yalan eş anlamlı iki sözcüktür.
Günlük yaşamın curcunasını kırla, dağla değiştirmenin, günümüzdeki tekbaşınalığı yapıcı olarak kullanma yetisini gerektirdiğini düşünüyorum. Bu "fazlasıyla birlikte olduğumuz" bir dünyadan, sessiz kalabilmek, sessizliğin benim için ve benim içimde faaliyetini sürdürmesine izin vermek amacıyla geri çekilebilmeyi gerektirir. Zamanımızın bir özniteliği birçok insanın tekbaşınalıktan korkmasıdır: Yalnız olmak, kişinin toplumsal bir başarısızlık içinde olduğunun işaretidir, çünkü kimse elinde gelse yalnız olmazdı. ... Şüphesiz, bir birey deneyimin bilinçdışı düzeylerinden korkuyorsa, sürekli meşgul kalmaya, çevresinde en yoğun "gürültü"yü muhafaza etmeye çabalar. Tekbaşınalığın kaygısını, sürekli kışkırtılan oyalanma ile önlemek, Kierkegaard'ın güzel bir teşbihle belirttiği gibi, geceleri tencere tava çalıp kurtları uzak tutmak için yeterince patırtı çıkarmaya çalışan ilk Amerikan göçmenlerinin tavrıdır. Bilinçdışımızdan gelecek kavrayışları yaşamımıza alabilmek için, kendimize tek başına olabilme yetisini kazandırmak zorunda olduğumuz açık.
Kavrayış, çalışma ve gevşeme arasındaki bir geçiş anında gelir, iradi çabanın kesintiye uğradığı zamanlarda. ... Albert Einstein bir keresinde Princeton'daki bir arkadaşına: "Neden en iyi fikirler aklıma sabahları tıraş olurken geliyor?" diye sormuştu. Arkadaşı, alışılmadık fikirlerin ortaya çıkması için sıklıkla zihnin -dalgınlık-ta ya da gün düşlerinde serbest kalması gereken- iç kontrollerinin gevşemesi gerektiği yolunda yanıtlamıştı.
Kişinin içinde, bir yanda bilinçli olarak düşündükleri ile diğer yandan doğmaya çabalayan bir perspektif, bir kavrayış arasında dinamik bir mücadele kopar gider. Ardından kaygı, suç, coşku ve yeni bir fikrin ya da görüşün gerçekleştirilmesini her zaman izleyen memnuniyet eşliğinde kavrayış doğar. Kavrayışın bir şeyleri yıkıp devireceği gerçeği bu hamlede duyulan suçun nedenidir. Kavrayışım diğer varsayımımı yıktı, bu kavrayışın birçok profesörümün inandığını da yıkabilecek olduğu gerçeği beni endişelendirdi. Ne zaman bilimde önemli bir fikrin, ya da sanatta önemli bir biçimin öne çıkması söz konusu olsa, bu yeni fikir bir yığın insanın entelektüel, tinsel dünyalarının sürmesini sağlayan özü yıkar dağıtır. Has yaratıcı üründeki suçun kaynağı budur. Picasso'nun altını çizdiği gibi, "Her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir."
Bilinç - Bilinçdışı yaşantı
Carl Jung sık sık, bilinçdışı yaşantı ile bilinç arasında bir çeşit zıtlaşma, kutuplaşma olduğu meselesini ortaya getirmiştir. Bu ilişkinin telafi edici olduğuna inanıyordu: Bilinç, bilinçdışının yabanıl, mantıksız sapkınlıklarını kontrol ederken, bilinçdışı da bilincin bayağı, boş, yavan ussallıkta kuruyup gitmesine engel oluyordu. Bu telafi özel sorunlarda da geçerlidir: Eğer bir konu üzerinde bilinçli olarak bir yönde fazla ileri gitmişsem, bilinçdışı diğer yöne meyledecektir. Bu şüphesiz, bir fikir için girdiğimiz mücadelede bilinçli savlarımızda daha da dogmatikleştikçe, bilinçdışından şüphenin darbeleriyle daha çok sarsılmamızın da nedeni.
Reklam
Herhangi bir tarih döneminin psikolojik ve tinsel mizacını anlamak istiyorsanız, bunu o dönemin sanatının derinlerinde aramaktan daha iyisini yapamazsınız. Çünkü dönemin altta yatan tinsel anlamı ifadesini dolaysız bir biçimde sembollerle sanatta bulmuştur. Bunun nedeni sanatçıların didaktik olmaları, öğretici olmaya kalkışmaları ya da propaganda yapmaları değildir; bunu yaptıkları ölçüde ifade güçleri kırılır, ifade edilmemişle, ya da isterseniz, kültürün "bilinçdışı" düzeyleriyle olan ilişkileri tahrip olur. Sanatçılarda herhangi bir dönemin altta yatan anlamını açımlama gücünün olma nedeni, tam tamına sanatın özünün sanatçıyla dünyası arasında güçlü ve canlı bir karşılaşma olmasıdır.
Ressamların "doğayı resmediş"lerinin, basit bir şekilde sadece dağları, gölleri, ağaçları bir zamandan diğerine taşıyan fotoğrafçılar gibi olduğunu düşünmek saçma Onlar için doğa aracılık işlevi taşıyan bir ortam, dünyalarını açımladıkları bir dildir. Has ressamın yaptığı, kendi dünyasıyla ilişkisinin altında yatan psikolojik ve tinsel şartları açımlamaktır; bu yüzden, büyük bir ressamın eserlerinde, tarihin o devresindeki insanların duygulanımsal ve tinsel şartlarının bir yansısını buluruz.
Sanatçılar, sizin gibi, benim gibi, yoğun karşılaşma anlarında çok belirgin nörolojik değişiklikler yaşarlar: Artan kalp vuruşu; yüksek kan basıncı; boyadığımız sahneyi daha canlı görebilmemiz için gözlerin kısılarak görüşün daralıp yoğunlaşması; çevremizdeki şeylere karşı (zamanın geçişine olduğu gibi) kayıtsızlaşma... İştahımızın kesildiğini duyumsarız. - kişiler yaratıcı edim esnasında yiyip içmekle ilişkisini kesip, yemek zamanının geçtiğini fark etmeden çalışmalarına devam edebilirler. Tüm bunlar otonom sinir sisteminin etkinleşmesiyle ortaya çıkarlar. Ve ne ilginç ki tam burada karşımıza Walter B. Connon'un ''kaçma-savaşma-'' mekanizması olarak anlattığı görüntü karşımıza çıkıyor. Bu, geniş anlamda kaygı ve korkuda bulduğumuzun nörolojik karşılığıdır. Oysa sanatçı ya da yaratıcı bilim adamının hissettikleri kaygı veya korku değildir; coşkudur. Sanatçının yaratma anında duyumsadığı memnuniyet ya da tatmin değildir. Daha çok coşkudur bu, bilincin artışıyla atbaşı giden, kişi kendi gizilgüçlerini gerçekleştirirken akıp giden duygu olan coşku.
Birbirimizi nasıl anlayacağımızı yaşlandıkça daha iyi öğreniyoruz. İnşallah daha gerçek ve içten sevmeyi de öğreniyoruzdur. Anlayış ve sevgi, sadece yaşla gelen bir bilgeliği gerektirir. Ama bu bilgeliğin gelişiminin en yüksek noktasında ortadan silineceğiz. Güzde sararan ağaçları göremeyeceğiz artık. Baharda zarafetle fışkıran kırları göremeyeceğiz. Her birimiz sadece yıldan yıla sararan bir anı oluşturacağız.
Sanatçılar genellikle kendi iç imgeleri ve hülyalarına dalmış yumuşak huylu insanlardır. Ama tam da bu onları baskıcı bir toplum için korkulu kılar. Çünkü sanatçılar, insanoğlunun süregelen kafa tutma gücünün taşıyıcılarıdır. Gündelik, duygusuz , alışılageldik olandan hiçbir zaman hazzetmeyerek devamlı yeni dünyalara doğru ileri atılırlar.
358 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.