Bu akşam yine Ali, Yusuf ve Altan geldiler. Altan bana “Merhaba” dedi. Yanıma oturdu. Merdivenin taşına tebeşir­ le bir kare çizdi. “Dama bilir misin?” dedi. “Bilmem” dedim. “Ben sana öğreteyim” dedi. Taşları köşelere koydu. Güzel oyun. O da çok iyi biliyor. Ne kadar akıllı çocuk. Tam dama­ yı öğreniyordum ki babam bahçeden içeri girmez mi? Onun geliş gidiş saatleri hiç belli olmaz. Kaşlarını bir çattı, Altan da kalkmış babama “Merhaba efendim” diyor. Allah kahret­ sin, babamın huyunu nereden bilecek, babam gözünün üstü­ ne bir patlatıverse şimdi. Kalbim fırlayacakmış gibi çarptı. Neyse, babam sadece pis pis bakıp içeri girdi. Bu bakışın an­ lamı, “Hepiniz defolun, siz de içeri girin”dir. Çocuklar gitti­ ler. Biz de içeri girdik. Altan’m gittiğine ve babamın o çirkin suratını gördüğüne çok üzüldüm ve utandım. Tam da dama­ yı öğreniyordum..
DTCF'nin iç yüzü
BİR FAKÜLTENİN İÇ YÜZÜ Ulus Meydanından Yenişehir’e doğru muazzam büyük caddenin üzerinde uzayan bir bina var. Alnında, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” yazılı. Hayran hayran bakıyorsunuz. Ne güzel bina, ne büyük söz. Hele bir de içeri girin. Korkmayın, çekinmeyin. Bu fakültenin içini, dışını ben çok iyi bilirim. Dört yıl orada bulundum. Ben