Bıkkınlık... Az önce bu sözcüğü telaffuz ettim, ne hakkında olduğunu da unuttum... Hissettiğim ve düşündüğüm, sevdiğim ve nefret ettiğim her şeye, bıkkınlığın kendisine de çok uygun...
Müzik tutkusu zaten başlı başına bir itiraftır. Kendini müziğe adamış, tanımadığımız birini, müziğe karşı duyarsız ve her gün yan yana olduğumuz birinden daha iyi tanırız.
Ne cenazelerde ne evlilik törenlerinde ne de doğumlarda bir paradoks vardır. Uğursuz -ya da gülünç- olaylar beylik laflara ihtiyaç duyar, korkunç olan olay da, can sıkıcı olan olay gibi klişeyle yetinir
Her kim yılların altında ezilse, yok olup gitmesinden de o kadar uzak bir ihtimal gibi söz eder. Öylesine yapışmıştır ki hayatın eteğine, ölmeyi beceremez olmuştur.
bu dinlerden hiçbiri, intikamın var olan en yoğun ve en derin ihtiyaç olduğunu, sözle de olsa, herkesin bu ihtiyacını karşılaması gerektiğini kabul edecek kadar özgür değildi.
Gafletten ne kadar uyanmış olursak olalım, hiçbir umut olmadan yaşamak olanaksız. Haberimiz olmaksızın, hep bir umudu koruruz. Bu bilinçdışı umut da, bütün öteki umutlarımızın, reddettiğimiz ya da tükettiğimiz açık umutların yerini tutar.
Kimseyi öldürmedim, daha iyisini yaptım: Mümkün Olan’ı öldürdüm. Ve şimdi, en çok ihtiyacım olan şey, tıpkı Macbeth gibi, dua etmek... Ama yine onun gibi Amin de diyemem.
Gülünç olmaktan korkan iyilikte de kötülükte de hiçbir zaman başarılı olamaz, yeteneklerinin altında kalır; deha sahibi olabilecek biri olsa bile vasata mahkûm olacaktır.