Yalnız küçük bir sorunu var silahın: Yaralıyor sadece; kimseyi öldürmüyor. Ama üzülme. Açtığı yara asla iyileşmiyor. Kimyasal silahtan fazlasını yapıyor; iflah olmaz yaralar açıyor vurduğunun yüzünde. Kime isabet ettiyse, insan içine çıkacak hal bırakmıyor. Yaralanan herkes nükleer sızıntı kaynağı haline geliyor. Yarayı tedavi etmek için gelenleri de yaralıyor açtığı yaralar. Bulaştığı her kişide yenileniyor kurşunun tahrip gücü. Merkezden çevreye dağıldıkça, bulaşabileceği en son çembere varınca, daha da yakıcı hale geliyor. Mesafe kat ettikçe sivriliyor ucu, sivrildikçe daha uzak mesafelere taşınıyor.
En iyisi de şu: Ruhsat istemeyen, hedef saptırmayan, menzili sonsuz, kurşunu bedava bu silahı kullananlar tetikte parmak izi bırakmıyor. Kimseler adam yaralamakla suçlamıyor seni.
Nerede mi o silah? Dudağının hemen ucunda. Dilinin altında şarjörü. Nefeslerin, namlusu olmuş. Gırtlağından ateşleniyor her defasında. Kurşun olarak hecelerini kullanıyor. Vurduğu yerde fitne fücur çıkarıyor, ruhları yakıp kavuruyor, kalpleri paramparça ediyor. Haysiyet kalmıyor vurduğu yerde. Buna rağmen kimse ayıplamıyor seni. Engellemek bir yana, çokları kurşun yetiştiriyor sana. Sen vurdukça, alkışlıyorlar seni. Savunmasız masum sivilleri vurdukça sen, takdir ediyorlar seni.
Ama biri itiraz ediyor. Hiç susmayan sesiyle dilini tutuyor, nefesini kontrol etmek istiyor. Diyor ki söz ahlakının mimarı, susmanın ince ayarı: “Sana yalan olarak her duyduğunu söylemen yeter.” Demek istiyor ki Allah’ın Elçisi[asm]: O silah en çok seni vuruyor. En çok seni yaralıyor. En çok seni öldürüyor. Ateş kesmeyecek misin?