Göğün derinliklerine uzun süre gözünü ayırmadan baktığında, düşüncelerle ruh, yalnızlığın bilincinde birleşirler nedense. Kendini çaresizce yalnız hissetmeye başlarsın, daha önce yakın ve kendine ait saydığın her şey sonsuz biçimde uzak ve değersiz olur.
Kuş susar ve acı çeker. Kalbi ne denli ağrırsa ağrısın sessizliğini bozmaz. Çölün ve yabanın kederli ağıtları bile sona erer. Üç kez içini çeker, sonra susar, sonra üç kez daha içini çeker. Ama çoğunlukla sessizdir, ne olduğunu söylemez, sızlanmaz, kimseyi suçlamaz ve içini çeker ve yine susar. Sessizlikten patlayacaktır sanki, bu yüzden içini çeker, sessiz kalabilmek için. Kuş acıdan muaf değildir ama sessiz kuş sessiz kalarak kendine acıya dayanmayı daha da zorlaştıran şeyden, başkalarının yanlış müdahalesinden muaf tutar; acıyı çekmeyi uzatan şey acıdan bahsedip durmaktır çünkü; acı çekmeyi acıdan beter hale getiren, kahır ve sabırsızlık günahlarıdır. İşte bunun kuştan yana düzmece bir tevazu olduğunu, başkalarının yanında susarken içinden tanrıyı ve başkalarını suçlayıp haline ağlaştığını sanmayın. Hayır, kuş susup acı çekiyor. Ah, ama insanlar bunu yapmıyor. O halde neden insan acısı bunca korkunç görünüyor kuşunkine kıyasla? Sırf insanlar konuşabildiği için olmasın bu? Hayır, sebep bu değil, aslında konuşmak bir avantaj. Sebep, insanların susmayı becerememesi.
Hiçbir şey Lillian'ın kendisini, balkonda bekleyen Juliet değil de, ona ulaşmak için havaya sıçrayan Romeo'ymuş gibi hissetmekten alıkoyamazdı. O sıçramış, Romeo'yu oynamıştı ve bir kadın sıçradığı zaman, yalnızca bir boşluğa düşerdi.