"Öyle bir şey demedi. Bize kutsal şarap getirip sülalemi didiklemek ister misin?" Öfke'nin yüzünde neredeyse saldırgan diyebileceğim bir ifade belirdi. "Ben de seni daha yakından tanımaktan rahatsız olmam. Özellikle de benim Emilia'mın böyle yakın bir arkadaşıysan."
Öfke, "arkadaş" sözcüğünü Antonio asla böyle bir şey olamazmış gibi söylemişti. Fakat benim ağzım bambaşka bir sebepten açık kalmıştı. Öfke'nin neden "benim Emilia'm" dediğini anlayamıyordum. Bana sadece "cadı" diye hitap etmeyi yeğlediği için iblisin adımı hatırladığından bile emin değildim.
Nonna içini çekti. "Yedi tane iblis prens vardır fakat Di Carlo'ların yalnızca dört tanesinden korkması gerekir. Öfke, Hırs, Haset ve Kibir. Biri kanınıza susamıştır. Biri kalbinizi ele geçirir. Biri ruhunuzu çalar. Biri de canınızı alır."
“İçerde seni bekleyen yirmi beş binden fazla hayranın var.”
Ayrıca çoktan geç kalmıştık.
Parmaklarının pürüzlü uçları çenemi kavradı. “Ama benim için önemli olan tek kişi şu an burada oturuyor.”
İyi günlerimde kırk, regl öncesinde ise kırk iki beden olduğumu göz ününde bulundurursak hâlâ topluma göre zayıf değildim. Fakat kimsenin ne düşündüğünü umursamıyordum.
Önemli olan tek şey aynadaki görüntümün hoşuma gitmesiydi.
Şeytanlarımı aptal bir adam için veya toplum tarafından kabul görmek için yenmemiştim.
Bunu kendim için yapmıştım.
Alnı kırıştı. “Yarın geceki gösteriye geliyorsun, değil mi?”
Asla kaçıramazdım. “Evet, biletimi aldım.”
Bana doğru bir adım atarak beni arabasına yasladı. “Bileti siktir et. Benimle kuliste buluşabilmen için kapıdakilere adını söyleyeceğim.”
Birden doktorun yüz ifadesi değişti.
General MacArthur, "Bir insanın böyle birden tıkanıp ölebileceği hiç aklıma gelmezdi," dedi.
Emily Brent duru bir sesle, "Yaşamın her anında ölüm yanı başımızdadır," dedi.
Dans stüdyosunun ön lobisine bakındım, sonra Dean'in ışıldayan gözlerine baktım. "Salsa öğrenmek istemediğini söyledin sanıyordum. Ve Dean Di Laurentis sadece kendi istediği şeyi yapar, unuttun mu?"
Omzunu silkti. "İstediğim şeyi yapıyorum."
Daha açık olmasını beklerken kaşlarım birbirine yaklaştı.
"Seni mutlu ediyorum."
Bom. Kalbimin çıkardığı ses buydu. Çünkü sevgiyle o kadar dolmuştu ki artık hepsini içinde tutamıyordu.
Yavaş yavaş Annabeth'in suratı yeniden renklenmeye başladı. Göz kapakları açıldı. Alnındaki yara da kapanmaya başladı. Kıvırcık'ı gördüğünde güçlükle "Sen... evlenmedin mi?" diye sordu.
Kıvırcık sırıtarak "Hayır, arkadaşlarım beni vazgeçirdi," dedi.
Dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Sana karşı hissettiklerimi hiçbir şey değiştiremez. Sen, onlar gibi değilsin. Tıpkı baban, amcan ya da annen olmadığın gibi. Sen Ev'sin. Ve herkesin hayatını daha iyi bir hale getiriyorsun. Sana âşık olmamak imkânsız."
Kalp atışlarım hızlandı, sanki kendi kendine tökezliyordu.
"Seni seviyorum, Ev. Şu anda bir şey söylemek zorunda değilsin ama bunu bilmeni istiyorum. Ailenin yapacağı şeylerin hiçbiri, bunu değiştirmeyecek."